26 Mayıs 2009 Salı

Keane İstanbul'a geliyor!


     Çok severim bu grubu. 2004 yılında 'Everybody's Changing' single ile ortaya çıktılar. Vokalist Tom Chaplin'in yumuşak sesini duyar duymaz pek adetim olmamasına rağmen albümlerini (Hopes&Fears) almış ve sıkılmadan haftalarca dinlemiştim. Sonraki albümlerini çıkar çıkmaz aldım. Son albümü biraz hayal kırıklığı yaratsa da gönlümüzdeki yerleri ayrıdır. 

     Masstival'e geliyorlar. Eylül'ün üçüncü haftası gibi deniyor ama tam tarihi belli değil. Canlı performansları da çok iyidir. Brit-pop'un günümüzdeki en iyi temsilcilerinden olan bu grubu kaçırmamanızı tavsiye ederim.  

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Zenginlik ve İshak Alaton


   Zenginlik, mal, mülk, para, servet gibi kavramlar ve günümüzde bu kavramların insanların üzerindeki etkisi günden güne artıyor. Yaşama amacı, başarı kriterleri hep bu kavramlar üzerine kurulu. Onur, haysiyet, paylaşmak, yardımlaşmak gibi kavramlar ise günden güne değerini yitiriyor. 
   
     Arda bir bu konulardan bahsetmek istiyorum. Dün, bir gazetenin pazar ekinde İshak Alaton röportajını okudum. Daha evvel de bir iki televizyon programında ve yine bir iki röportajdan takip etmiştim kendisi. 

     Alarko Holding'in iki kurucusundan biridir kendisi. Sıfırdan hatta eksiden başlamış birisi. Tam bir başarı öyküsü. Ortağı Üzeyir Garih bundan birkaç sene önce cinayete kurban gitmişti. O da ilginç bir şahsiyetti. Cinayet hala aydınlatılamadı.  

     Pazar ekindeki röportaj çok uzun. Siyaset ağırlıklı bir röportaj. Bunlardan bahsetmeyeceğim. Zengin ama sosyal demokrat olduğunu söyleyen bir adamın söylediklerinden bir kaçı aktaracağım.  

     Forbes dergisine kapak olmuş bir insan. Gazeteci bunun nasıl bir duygu olduğunu soran gazetice cevabı şu : 
   
        Forbes mecmuasının kapağında olmaktansa, ismi söylendiğinde 'güvenilir' biri denilmesi çok daha önemli. O yüzden piyasada saygın bir şirket olarak biliniriz. Çünkü biz buna önem veririz. Çok zengin olmak için çok zaman harcamadım. Paranın sadece iki rolü olduğunu düşündüm; birincisi alışveriş aracı. Yani, bir şeyler almak için, ihtiyaçlarını karşılayacak ürünleri almak için. İkincisi, bir miktar parayı kenara koy ve yaşlı günlerinde güven hissini tatmin edersin. Yaşlı günlerinde seni tatmin edecek paradan fazlasının hiçbir fonksiyonu yok, hatta yük oluyor sana. 'Zararı var, faydası yok.' neticesine vardım ben. Neden? Çünkü çok para yönetmenin de kendine göre dertleri var. 

       Fransızca'da çok güzel bir deyim var; 'Para, çok iyi bir hizmetkâr, çok kötü bir efendidir. 

       Çok net cümleler. Tartışmaya gerek yok. Tecrübe kokan bir görüş, öngörü değil.  

       Derken dünyanın fani olmasına geliyor söz. Bununla ilgili olarak evinin Yahya Efendi  ( Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhi)Mezarlığı'nın (Beşiktaş'ta Çırağan Sarayının hemen karşısındaki yokuş sırasında) yanında olduğunu ve bunun tesadüf olmadığını, bilerek bu evi satın aldığını söylüyor : 

    Bilerek aldım, çünkü mezarlığın yanında yaşamanın huzur verici olduğunu düşünürüm. Çünkü her zaman insanın aklında fani olma olayı bulunduğu için yaşama daha heyecanla ve daha sevgiyle bakıyor. Nasıl olsa faniyiz, nasıl olsa geçiciyiz. Bunun bilincinde olan insan daha farklı yaşar. 

    Bir iş yaptığım ve kendisinden hiç beklemediğim bir adamın bir sözü aklıma geldi bu sırada. ' Bir elin mezar taşına dayalı şekilde hayatını yaşayacaksın' demişti. Bir an bile unutmamak lazım bu ölüm olgusunu. O zaman hayat çok daha kolaylaşıyor.  

   Kaçın bakalım ölümden. Belki kurtulursunuz... Kurtulsanız da mutluluğu bulmanız imkansız...

Fenerbahçe 4 Konyaspor 2


    Taraftar için zor maçlar bunlar. Hele kombinesi olan için. Şeytan diyor gitme evde otur, beş maçı birden seyret. Neyse ki uymadık şeytana ama arkadaşlardan uyanlar oldu. 

   Gönül istemez tabi son haftalara iddasız girmeyi ancak stressiz bile olsa Fenerbahçe'mi seyretmek güzel. Gollerde yine yüzler gülüyor. Hele ki ilk yarıda gelen dört gol kırgın olunan takıma karşı sempatiyi bir nebze arttırıyor. 

   Bu maçla Saracoğlu'nu kapattık bu sezon. Bu yıl eski günleri aradık. İnşallah yine yaşarız... 

   Fotoğraf? Roberto Carlos'un geldiğinden beri attığı ilk frikik golünden sonra yaşanan sevincin fotoğrafı. Ne frikikti ama!

Üç Yıl Daha

   Aziz Yıldırım üç yıl daha Fenerbahçe Spor Kulübüne başkan seçildi. Hayırlı olsun. 6401 kişi oy kullandı ve bunların 5053'ü başkanı tercih etti.  

   Ben katılımın daha yüksek, Şadan Kalkavan ile aradaki farkın (1216 oy) daha fazla olacağını düşünüyordum. Onbinden fazla üyenin oy kullanabileceğini düşünürsek 6400 kişinin katılımı bana çok az geldi.    

   İnşallah vadettiği gibi bu üç yıl içinde üç şampiyonluk yaşarız. İlk sene bu vaad gerçekleşemezse ki Allah korusun, olağanüstü kongre bizi bekler bu çok açık...

Cemo

     Konya'ya gidip etli ekmek yememek olmaz dedik. Gitmeden küçük bir araştırma yapmıştık. Cemo'nun hatırı sayılır bir ünü zaten varmış. Meram'daki şubesine gittik. 

     Klasik etli ekmek, bıçak arası ve konya böreği yedik. Çok güzel demeye gerek yok. İstanbul'da yediklerinden farkı nedir diye sorulacak olursa hamuru diyebilirim. Kıvam çok güzel ve tam istediğim gibi çıtır çıtır. Ne az pişmiş ne de kararmış. Üç çeşit de birbirinden güzel ancak birini tercih etme imkanınız varsa bıçak arası derim. 

   Tatlı olarak saç arasını mutlaka tavsiye ederim. Hafif bir tatlı. Şeker ayarı yerinde ve porsiyonu makul. 

    Fırın kebapa yer kalmadı. O da bir daha ki sefere artık...

Konya ve Sadreddin Konevi Hazretleri


    Kuzenle bir iş için günü birlik Konya'ya gittik. İşlerimizin bir kısmını halletikten sonra senelerdir çok görmek istediğim ancak bir türlü fırsat bulmadığım bu şehri gezme imkanı buldum. Tabi ilk yapıalcak iş Hz. Mevlana'yı ziyaret etmek oldu. Senelerdir kendisine mahçuptuk gelemediğimizden ötürü. Özürlerimizi sunduk. Bir daha arayı açmayız inşallah...  

   Hz. Mevlana'yı anlatmaya gerek yok. Bilmeyen yoktur. Anlatsak bu büyük aşıkın aşkını ne benim ilmim yeter, ne bu blogun kapasitesi. Ömrün sonuna kadar onu daha iyi anlamya çalışacağız. 

   Zafer caddesinin sonlarına geldik ve bir tabela gördüm Sadredddin Konevi Türbesi yazıyordu. Bir an heyecanlandım çünkü iki kitabını okuduğum (ya da okumaya çalıştığım diyim çünkü gerçekten anlaşılması zor, belli bir birikimi gerektiren kitaplar) bu büyk zat-ı ziyaret etmek hiç aklımda yoktu. Ne yalan söyleyim Konya'da yattığını bile bilmiyordum.  

    Sadreddin Konevi Hazretleri'nin tasavvuf ilminde ve tarihinde yeri çok önemlidir. Kendisinin düşünce tarihindeki yeri, kısmen Gazali'yi hatırlatacak şekilde, aklın metafizik alanındaki imkanlarının eleştirel tahlili ve bunun devamında kalbi temizlemeyi ve ruhu arındırmayı esas alan sufi öğretiyi müstakil bir bilim olarak ortaya koyması olarak görülebilir.  

   Her iki türbeyi de ziyaret etmenizi tavsiye ederim. 

Saracoğlu'nda Final


  Biraz tembellik biraz da zamansızlıktan finali yazamadım. Önceki final yorumumda yaşadığım hayal kırıklılığını yazmıştım. Milan, Bayern Münih ya da en kötü Manchester City görmek isterdi gönül bu finalde. Neyse geçelim bu bahsi... 

   Herşeye rağmen İstanbul bir final daha yaşıyordu. Bu ülke Şenes Erzik'in hakkını nasıl öder. Üç yıl içinde hem Şampiyonlar Ligi Finali hem Uefa Ligi finali oynanan bir şehir var mıdır? Olsa da İtalya, İspanya, Almanya ya daİngiltere'dedir.  

  İşlerimi bir an evvel bitirip Kadıköy'e geçmek istiyordum. Bremen'liler Kadıköy İskelede, Shaktar'lılar Kalamış'ta  kurulan Fanzonelarda toplanacaklardı. Onur Benön yıllık iznini kullanıp işe gitmedi. Burak 'üçten sonra ordayım' dedi. Tuncay da üç gibi şirketten çıkarım deyince ben de işlerimi bir şekilde ayarladım, üç gibi yola çıktım.  Arabayı stada yakın parkedip iskelye indik. 

   Malesef hayal kırıklığıydı. Bomboş bir fanzone, bangır bangır bir müzik ve kuvvetli rüzgar. 10.000 kişinin rahatça dolaşabileceği mekanda 100 kişi yoktu. Beş dakika durmadan çıktık.  Doğru Kalamış'a... 

   Orada da durum farklı değildi. Saat yediye geliyordu ve ortada heyecan verici hiçbirşey yoktu. Oturduk birşeyler yiyerek ve sohbet ederek maç saatini bekledik. Bir saat kala stada vardığımızda nispeten hareketlilik vardı. İstenen kadar olmasa da kendimize gelir gibi olduk. 

   Bremen hem ufak hem de gelir açısından düşük bir şehirmiş. Gelenlerden anladık. Shaktarlılar ise tam bir felaket...   

    İçeri girdik. İkinci defa Telsim tribününden maçı seyrettim. Yerimizde güzeldi. Fnerium tribününe yakın ve en ön sırada. Çok fazla Türk vardı. Gelenlerin üzerinde üç büyüklerin formalarını giymiş birçok insan vardı.  Bizim tribün Shaktar'lılara aitti. Türkler ve Shaktarlılar yarı yarıyaydı diyebiliriz. Maç başladı ancak hala beklediğim final heyecanı hala yoktu taraftarlarda.     

    Shaktar futbolunu ilk dakikalardan itibaren kabul ettirdi. Sağ kanattan kaptanları Syrna -ki bence maçın yıldızıydı- doksan dakika boyunca bindirme yaptı ve Bremen bu işe çare bulamadı.  Diego'nun yokluğunun bu kadar hissedileceğini düşünmüyordum.  

   Goller geldikçe heyecan nispeten yükseldi. Uzatmalarda gelen galibiyet golünden sonra Bremen'in yaptığı cılız atakların sonuç vermeyeği görülüyordu. 
 
    Son düdük çaldığında Türk seyirciler 'I love you Luce' diye bağırıyorlardı. Shaktar'lılar mı? Turuncu renkli şapka atkıları olmasa Türklerden ne farkları var bilinmezdi. Gözlerim birbirlerine sarılan, sevinç gözyaşları döken insanlar aradı ama nerde... Ya biz bu işi fazla abartıyoruz ya da bu adamlar sevinmek nedir bilmiyorlar. Sanki sıradan bir lig maçı galibiyeti kazandılar...  

    Son Uefa Finaliydi. Bundan sonra farklı bir statüde ve farklı bir isim altında oynanacak. Bu son finalde olmak ve tarihi anları yaşamak her şeye rağmen çok güzeldi. 

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Yedisi Bir Yerde


     Pazar akşamı Türkiye'de eşine az rastlanır bir organizasyon yapılarak; dört maç sürekli üç maç da aynı kanal içinde dönüşümlü olmak üzere toplam yedi maçın canlı yayıyını yapıldı. Geçen hafta da altı maç aynı anda canlı yayınlanmıştı ama stadda olduğum için takip etme şansım olmamıştı.  

    İnsan biraz şımarıyo tabi bu kadar maç aynı anda verilince. Digiturk birinci kanal ekranı beşe bölüp bütün maçları aynı anda tek ekranda verdi. Bendeniz de buradan tüm maçları takip edip Fenerbahçe maçı ağırlıklı olmak üzere tüm maçlarda hiç bir pozisyonu  kaçırmamaya çalıştım. Kendimi açık büfedeymiş gibi hissettim iki saat boyunca. Futbol abur cuburu içinde hiçbir maça odaklanmadan azar azar hepsinden tad aldım. 

   Ama bir yere kadar bu heyecan. Fenerbahçe'nin içinde olmadığı heyecanı ne yapayım? 

    

17 Mayıs 2009 Pazar

Eurovision Moskova 2009


  Bir ara ilginin azaldığı Eurovision, sanki eski günlerine, en azından ülkemizde döndü gibi. Sanırım reytinglerden olsa gerek Hadise hakkında günlerdir gereğinden fazla haber yapıldı medyada. Geçtiğimiz senelerde yarışma öncesi aylarca gündemin ilk sıralarında olan bir temsilci var mıydı? 

   Dün gece 3-6 arası hariç tüm şarkıları canlı dinledim. Biter bitmez ilk beş tahminim 'Türkiye-İngiltere-Fransa-İsrail ve Bosna Hersek' di. (Fransa'yı daha önce dinlemiştim) Sonuçlar ise şöyle oldu: Rekor bir puanla (387) Norveç birinci, İzlanda ikinci, Azerbaycan üçüncü, Türkiye dördüncü ve İngiltere beşinci. 

 Norveç'in şarkısı 1985 yılında yapılan Eurovision'a da katılsa birinci olabilicek, basit dans koreografları, 80'li yılların uzun renkli bol tek parça kıyafetli vokalleri, çocuksu bir solisti olan, basit melodili bir şarkıydı. Meğer yarışma öncesi de favoriymiş. Tebrik ederiz. 

        Acaba insanlar o 80'li yılların saflığını mı arıyorlar?   



Develi Samatya


 Çok boğazıma düşkün olmasam da yerel ve uluslararası mutfakları tadmayı, değerlendirmeyi ve paylaşmayı severim. Arada bir buradan da tavsiyelerimiz olur... 

 Bir kere baştan söyleyim. Kebabı Urfa'da ya da Antep'te ya da Adana'da yiyeceksin sözlerine pek katılmıyorum. Urfa'da da Adana'da da oranın meşhur yerlerinde kebaplar yedim. Gayet güzel ancak Türkiye'de herşeyin en iyisi en güzeli İstanbul'da olduğunu kabul etmek lazım. 

 Kebap kültürünü seviyorum. Birçok yerde yedim ancak en iyisi neresi diye sorarsanız şıkları üç veya dörde düşürebilirim. Bunlardan birisi de Samatya'daki Develi Lokantası. 

  Dün akşam ilk defa yeni açılan terasına gittik. Manzara çok güzel. Güzel bir yaz akşamı tam hava kararmasına yakın bir zaman masamıza oturduk.  

 Garson Şirnaz'dan tanıdık. Hemen karşılıyor bizi. İlgi alaka kıvamında. Servis zamanlama olağanüstü. Ne çok hızlı ne çok yavaş.  

 İçli köftesi mutlaka denenmeli. Bulguru çok ince ve çıtır çıtır. Tam istediğim gibi... 

  Adana kebap istedim. Böyle yerlerde klasik kebaplar yemeyi tercih ediyorum. En doğrusu burda yapılır mantığından hareket edip diğer Adana Kabepları buna göre değerlendiriyorum. Tadı hakikaten farklı. Elde kıyılmış kıymanın tadı bir başka oluyor. 

  Kahveden önce bu aralar kendime dikkat etmem gerektiğini düşünüp tatlı yemek istemediğimi söylüyorum ancak önceden tadı damağımda kalan künefe bir anda aklma geliyor. Masada kendime bir ortak buluyorum künefenin yarısını yemek için. Ben daha çok Hatay usulü künefeyi seviyorum ancak buranın künefesi bir başka. Şeker kıvamı tam... Mutlaka tavsiye ediyorum.  

  Gidilip görülmesi, kebap yenilmesi, künefe yenilmesi gereken bir yer...

     

Melekler ve Şeytanlar

   Uzun zamandır sinemaya gitme fırsatım olmamıştı. Özlemişim... Hollywood filmelrini pek tercih etmiyorum ancak çok inceleyemesem de İstanbul Film Festivalinde -mutlaka görmeliyim- diyeceğim bir filme de rastlamamıştım. 

 Tarzım olan bir film değil baştan söyleyim. Ayrıca romanı da okumadım ve konunun ayrıntılarını bilmiyorum. Sanki analtılmak istenen birçok şey var ve bunları 140 dakikaya sıkıştırılmak istenmiş izlenimi aldım. Filme çok hızlı bir giriş yapılıyor ve bu hız filmin sonuna kadar devam ediyor.  

  Tom Hanks Abi'nin  klasik bir performansı var. Diğer oyuncuları içinde sırıtan ya da öne çıkan birini görmedim.  

   On gün sonra ilk defa gideceğim Roma şehrini de ilk defa bu kadar fazla gördüm bir film içinde. Daha da heyecanlandım.  

  Görmek gerekir mi? Macera, gerilim, biraz bilim kurgu seviyorsanız görün ama aman kaçırmayın demem. Film boyunca sıkılmıyorsunuz ve sürekli takipte olmanız gerekiyor. 

  Hayatımda ilk defa Türkçe dublajlı bir yabancı filmi sinemada seyrettim. Ne sinema girişinde ne gazetede yazıyordu. Başladığında şok olduk... 

    Kale center Cinebonus... Hem güzel hem boş... Tavsiye edilir.. 

  

      

14 Mayıs 2009 Perşembe

Celtic Yeni Sezon Şort

    Futbolda forma esas, şort ve konç formayı tamamlayıcı unsurlar olarak görülür. Tüm duygular formada verilmeye çalışılır eğer bir mesaj vermek istenirse.  Ancak bugün Celtic'in önümüzdeki sezon giyeceği şortu görünce bunu bir daha düşünmem gerektiğini anladım. Ben daha önce böyle, hikayesi olan bir şort hatırlamıyorum. Fazla da ayrıntılı yazmaya gerek yok. Fotoğraf herşeyi anlatıyor. Celtic'in bir İskoç takımı olduğunu bilmeyen yoktur umarım.  

      Yapanların ellerine sağlık...

Başkan Olmak


  Aziz Yıldırım hakkında sayfalarca yazı yazabilirim. Beğeneni var beğenmeyeni var ayrı konu. Ancak dün akşam ve daha önceleri birkaç maçta benim kabul edemediğim bir şey yapıyor Sayın Başkan. Bir kupa finali oynanıyor. Stadda; Spordan Sorumlu Devlet Bakanı, Gençlik Spor Genel Müdürü, Federasyon Başkanı var ama bizim başkanımız 'protokolde yanlışlık var' diyip sağda köşede diğer Fenerbhaçe yöneticileri ile maçı seyrediyor.  

  Böyle bir günde Fenerbahçe Başkanı kimliğini unuttu ve Aziz Yıldırım olarak maçı seyretti. Acaba hakkı var mı? Var tabi. Koskoca başkan istediği yerde seyreder diyebilirsiniz. Ama ben kulübümün en yüksek kademedeki temsilcisini o insanların yanında görmek istiyorum.  

   Geçimsiz olmak kolay, kucaklıyıcı olmak zor... 


Kupa mı? O da ne?


       Bundan önce Fenerbahçe'nin oynadığı üç kupa finaline de gitmiştim. Kayseri'de Gençlerbirliği ile, Olimpiyat'ta Galatasaray ile ve İzmir'de Beşiktaş ile. Belki benim yüzümdendir diyerek bu sefer gitmek istemedim. Benim yüzümden değilmiş demek diyip işin içinden çıkmak yanlış yönetimlerin ekmeğine yağ sürmek olur... 

      Bu maçta gördük ki bireysel konsantrasyonlar ne kadar üst düzeyde olursa olsun,verilen taktik ve sahaya diziliş yanlışsa maçı almanız çok zor. Teknik yorum yapmaya gerek yok. Ortalama bir Fenerbahçe seyircisi bile size yapılması gerekenleri ve yapılan yanlışları fazlasıyla anlatır.  

      Fenerbahçe yönetiminden hızlı radikal kararlar bekleyenler sanırım yine hayal kırıkları yaşayacaklar ve sinir kat sayıları daha da artacaktır. 

      Seneye inşallah diyelim...

12 Mayıs 2009 Salı

Chelsea Yeni Sezon Forma Tanıtımı


     Chelse yeni sezon formasını perşembe günü piyasaya çıkartıyor. Yukarıdaki kompozisyon da forma ile ilgili kampanya çalışması. Muhtemelen Stanforf Bridge etrafında, spor dergilerinde, gazetelerde ve billboardlarda yayınlanmaya başlanmıştır. Bence hem forma hem fotoğraf çok başarılı. Peter Kenyon gibi bir duayen Chelsea'ye geldiğinden beri Chelsea-Adidas ürünlerinde gözle görülür büyük gelişmeler var. Ancak Chelsea Store'e en son gittiğimde neredeyse bir Adidas mağazasında Chelsea ürünleri satılıyor izlenimine kapıldım. Fazla abartmamak lazım... Neredeyse bütün tekstil ürünleri Adidas. Peter Amca'nın bir bildiği vardır herhalde...
     
    Peki bizim takımlar ne zaman böyle kampanyalarla formalarını tanıtacak? Binlerce lira ödenerek birkaç yüz kişiye yapılan defileli tanıtımlar mı, yoksa yukarıdaki gibi bir kampanya mı? Her ikisi de olursa fena olmaz ama birini seç deseler - doğru bir kampanya ile - kesinlikle ikincisi derim.
    
    Üç büyükler şimdilik birincisini tercih ediyor ya da etmek zorunda kalıyor. Peki bunları düşünecek, kulüplerimizde yönetim kurulu üyeleri ya da profesyonel yöneticiler var mı? Elbette vardır... Niye yapmıyorlar? E defile daha havalı...

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Futbolcu Figürlü Ürünler




   Mesleğim gereği elimden geldiğince dünyadaki kulüplerde  ürün anlamında neler yapılıyor takip ediyorum. Farklı ürünleri ve kampanyaları da buraya taşır beraber tartışırız. 

   Geçtiğimiz günlerde Galatasaray; Baros, Kewell ve Arda'nın tişörtlerini piyasaya çıkardı. Tasarımlara diyecek bir şeyim yok. Bence güzel. Fiyatı da makul. 

    İki şeye aklım takıldı. Birincisi ürünlerin çıkış zamanı. Önümüzdeki sezon başı öncesi çıkarılması daha doğru olurdu diye düşünüyorum. 

    İkincisi böyle bir koleksiyon düşünlüyorsa mutlaka şapka, atkı, poster ve mug ile desteklenip hepsi bir arada sunulmalı. Eğer diğer ürünler sonradan sunulacaksa bu bütün ürünlerin performansını olumsuz etkiliyecektir. Koleksiyon sadece tişört ile sınırlı ise o zaman da koleksiyon demek yanlış olur.   

    Ben şimdiye kadar futbolcu figürlü ürünlerden istediği performansı alan bir kulüp görmedim. Tabi bunda formayı ayrı tutuyorum. Liverpool kulübünden görüştüğüm bir yetkili bile Gerard ürünlerinden bekleneni alamadıklarını söyledikten sonra  fazla zorlamanın bir anlamı yok.   

     Flaş bir transfer yapılırsa (göreceli bir kavram artık onu da şirket yöneticileri öngörsün) ve transfer gerçekleştikten en geç bir hafta içinde ürünlerini çıkarabiliyorsanız en verimli sonucu alırsınız. İmzadan sonraki iki hafta içinde ürünlerin %70 ini satamazsanız para kazanma şansınız zordur.Tecrübe ile sabittir. 

Gelecek 100 Yıl



Okuduğum kitapların bazılarını tavisye etmek isterim. Mesela geçen ay okuduğum Friedma'nın kitabı  Gelecek 100 yıl.  

Mart ayında Türkçe'ye çevirilmiş. Zamanın önemli analistlerinden biri Freidman. Kurucusu olduğu Stratford şirketi hükümetlere danışmanlık hizmeti veriyor.  

Yazar, özetle geçtiğimiz yüzyılda yaşananları analiz ederek; gelecek yüzyılda önemli rol alacak ülkeleri yirmi yıllık periyodlarda mercek altına alıyor ve bazı tahminlerde bulunuyor.  

Bunları yaparken jeopolitik, nüfus ve ordu kriterlerini temel alıyor. 

Kitabı beğenebilirseniz de saçma da bulabilirsiniz ama herhangi bir olayı analiz ederken  en tepeden bakmayı, yüzeysel varsayımlardan kaçınmayı örneklerle gösteriyor. 

Dış politikaya meraklılara tavsiye...  

Final Maçı Biletleri


      Futbol Federasyonu final maçı biletlerini satmaya başladı. Aylar önce 150TL vermiştik. Çekilişe katılıp bilet alma hakkı kazandığımız için Tuncay'la sevinmiştik... Şimdi 90TL versen (30 TL de hizmet ücreti alıyorlar ama bilet başına değil) kale arkası alt tribünden seyredebiliyorsun. Birşey diyemiyorum Federasyon da bir nebze haklı. Onlar da bu kadar kötü bir final beklemiyorlardı herhalde. 

10 Mayıs 2009 Pazar

Anneler Günü



Anne'ciğimin ve tüm annelerin gününü kutlarım. Onların ayaklarının altına girmek şu dünyadaki naçiz emelimiz... Değerini bilmeye çalışıyoruz... Bazen cahillik edip üzersek affeyle bizi... 

Seni çok seviyorum canım annem...

FENERBAHÇE-Denizli




  

    Kombinem olmasa gitmem diyenleri bir parça anlayabiliyorum. Altı tane maç aynı anda canlı televizyondan veriliyor ve bizim maçın bizm açımızdan bir önemi yok. Tribünlerin hali malum.  

    Herşeye rağmen Fenerbahçe'mi canlı seyretmeyi  tercih ederim. Onca olumsuzluğa rağmen... İntikam ve nefret duygularımı gönlümden her konuda törpülemeye çalışırken, birkaç kırıntı Denizlispor için kalmış... Bir süre daha gitmez...  

    Maç mı? Bu seneki derby maçlar dışında seyrettiğimiz maçlardan bir farkı yok. Temposuz, pozisyonsuz, sıkıcı bir maç. Olsun, bizim için Fenerbahçe maçları sadece maç değil diyerek avutalım kendimizi...  

    Devre arası bayan basketbol takımı sahaya gelerek kupa kaldırdılar. Bize de onları ayakta alkışlamak düştü. 

     

8 Mayıs 2009 Cuma

OASIS - Bag it up

Efendim böyle bir blog yapıp hayatımızın gruplarından birinden bahsetmemek olmaz. Arada bir bu adamlar hakkında da bir şeyler yazarız.  

Son albümlerinin açılış parçası... Bag it up... Bu zamana kadar  grupla hiç tanışmamışlara tavsiyedir. Şarkıya giriş, inişler-çıkışlar, dinamizm... Şarkı bittiğinde 'hmm buymuş demk ki oasis' diyebilirsiniz.  

Alın size sözleri ve youtube'dan güzel bir cover... 


Bag It Up :
Gold and silver and sunshine is rising up
Pour yourself another cup of Lady Grey
Take my hand in the meantime, when you've had enough
You'll find me on the end of a runway, babe

Tell the world that you love them in a melody
Send my old piano and a telegram
Gotta get me a doctor with a remedy
I'm gonna talk a walk with the Monkey Man!

Someone tell me I'm dreaming
The freaks are rising up through the floor
Everything I believe in
Is telling me that I want more, more, more

Lay your love on the fire when you come on in
I got my hee-bee-jee-bees in a hidden bag
Tell me what you desire and we'll bag it up, high

Someone tell me I'm dreaming
The freaks are rising up through the floor
Everything I believe in
Is telling me that I want more, more, more

Lay your love on the fire when you come on in
I got my hee-bee-jee-bees in a hidden bag
Tell me what you desire and we'll bag it up, high

Shine a light on your fire when you come on in
I got my hee-bee-jee-bees in a hidden bag
Tell me what you desire and we'll bag it up, high 


UEFA FİNALİ

Aylar evvel bilete başvur. Çıkınca havalara uç. Sonunda gele gele Shaktar ve Werder. Bu muydu yani diyesi geliyo insanın. İki takım deseler ki kadıköy'de bu cumartesi maç yapıcaz ve giriş ücretsizdir ; acaba kaç kişi gider? Neyse gideceğiz tabi. Ama bu kupaya hürmettendir takımlara olan sevgimizden değildir. İki takıma da bir yakınlık duymuyorum ancak Lucescu'dan ötürü Shaktar'a biraz daha fazla uzağım. Bizimkilere güven olmaz. Alır kupayı adam sonra transfer etmeye kalkarlar Allah muhafaza... Shaktar'a yakın, bizden uzak olsun...  

7 Mayıs 2009 Perşembe

chelsea-bercelona













İki takımı da seviyorum. Fenerbahçe'nin gönlümüzdeki yeri ayrı tabi... Bir de futbol sevgimiz var ki bunu da yurt dışında sempati duyduğumuz takımlar sayesinde canlı tutuyoruz. Birini İspanya'da tercih ederim diğerini İngiltere'de. Ama bu sefer gönlüm biraz daha İspanyollar tarafındaydı. Tabi ilk sebebi biraz bencillik. Kırk yılda bir final seyredeceğiz onda da iki ingiliz takımı seyretmeyelim yahu.

Trajik maçları çok seviyorum. Futbolun asla sadece futbol olmadığının belgelerinden biri..

merhaba

Bir çarşamba akşamı ve ofiste yalnızım. Bir ağabeyimi beklerken yazıyorum ilk satırları... Çok fazla derinlere inmeden bazı şeyleri kayıt altına almak istiyorum. Sadece gelecek için...