30 Mart 2010 Salı

Hamursuz Bayramı


Her dine saygımız sonsuz. Dininin gereklerini yerine getirmeye çalışanlara olan saygımız daha da sonsuz. Bir şeye inanmak gibisi var mı? Çok uzun mevzu...

Musevi cemaati hamursuz bayramını (pesah) kutlamaya başladı. İsrail'de 8 gün, İsrail dışında 7 gün (diaspora diyorlar) kutlama devam edecek.

Tevrat'a göre Mısır'da Firavun'un köleleri olarak kullanılan ve üzerlerine ağır işler yüklenen Yahudiler, Tanrı'nın yardımıyla Musa'nın önderliğinde Mısır'dan çıkarlar. Ancak bu çıkış o kadar acele ve apar topar olmuştur ki, Yahudiler kendileri için hazırladıkları ekmeklerin hamurlarının mayalanmasını beklemeden pişirirler. Bu yüzden, bu bayramda mayalı hiçbir ürün tüketilmez. Pesah boyunca museviler mayasız hamurdan yapılmış matsa adındaki ekmeği yerler.

Yahudiler Hamursuz Bayramı'nda hiçbir kabaran veya mayalanan ürünü tüketemeyecekleri gibi, buğday, arpa, darı, yulaf, çavdar adı verilen tahılları ve bundan üretilmiş yan ürünleri de (makarna, bira, ekmek, vb.) evlerinde bulunduramazlar.


Hamursuz Bayramı'ndan önce evde büyük bir temizlik yapılır. Her taraf elbiselerin ceplerine kadar aranarak bu türden ürünlerin bulunmaması sağlanır. Evde bulunan bu türden ürünler satılabilir, bayram sonrası tekrar satın alınabilir. Ancak evde unutulmuş bu türden bir ürün bayramdan sonra bulunsa dahi yenmez.

Hamursuz Bayramı'nın ilk iki ve son iki gecesi akşam evde ziyafet düzenlenir. Bu sofraya Seder adı verilir. Sofrada Hamursuz Bayramı'na özgü yiyecekler bulunur ve Mısır'dan çıkışın hikâyesini anlatan Agada diye bilinen hikâyeler okunur.

Başta Musevi arkadaşlarımın ve tüm musevi cemaatin bayramını kutlarım.



Serseri Mayınlar


Ferzan Özpetek sinemasına olan sevgimiz malum. 1997 Hamam filmiyle başlayan serüveni hep sinemada takip ederim. Sekizinci filmi Serseri Mayınlar'ı da ilk gün seyretme imkanı buldum...

İtalya'da büyük ilgi gören Özpetek, Karşı Pencere filmiyle İtalya'nın üst düzey yönetmenleri arasına girmişti. O filmden bu zamana kadar yapılan filmlerde gişe başarısı Karşı Pencere kadar yüksek değildi. Ta ki Mine Vaganti'ye kadar. Bu da filme olan merakımızı daha da arttırıyordu.

Filme gelecek olursak... Klasik Özpetek sinemasının çok güzel bir örneği diyebiliriz. Bu sefer en belirgin fark ise ilk defa güldürmeyi denemiş. Bence gayet başarılı olmuş.

Filmlerindeki olmazsa olmazlar yine mevcut. Güzel müzikler, güzel bir sofra etrafında toplanmış insanlar, eşcinsel ilişkiler...

Size hayata dair değişik sorular sorduran Özpetek filmleri yine bu filmde de bize hayatı sorgulatıyor ve şu mesajları veriyor :

İmkansız aşklar asla ölmez

Hep başkalarının istediğini yaparsan hayat yaşamaya değmez

Seni istemeyen binlerce insan arasından seni seven birini bul

'Normal' ne korkunç bir kelime!!!


Filmin şarkısı 50 mila (elli bin göz yaşı) defalarca dinlenesi bir şarkıdır.

Filmin repliği :

- Ne kadar da çirkinsin

- Ben de sizi çok seviyorum hanımefendi...

Tavsiye ederiz efendim...



22 Mart 2010 Pazartesi

Adab-ı Muaşeret Kuralları


Bilmeyenler, unutanlar, insanlara hatırlatmak isteyenler için. Bazı adab-ı muaşeret kurallarını aşağıya yazıyorum. Eksik varsa lütfen ekleyin :
  • Hoşgörülü ve iyimser olmak
  • Eleştiriyi yerinde ve zamanında yapmak
  • Olgun bir kişiliğe sahip olmak, olgun davranmak (yaşına uygun olgunlukta olmak)
  • Giyime önem vermek, Giysinin mevki yer ve zamana uygun olmasına özen göstermek
  • Başkalarını rahatsız edici davranışlardan sakınmak
  • Ziyaretin kısa ve zamanlı olmasına özen göstermek
  • Oturuş ve kalkışlarda hareketlere özen göstermek
  • Gerektiğinde özür dilemesini bilmek
  • Özel konuşma yapanların yanına gitmemek
  • Verilen sözü tutmak
  • Uygun olmayan el ve sözlü şakalardan kaçınmak

Osmanlı Mirası



Ülkemizin yetiştirdiği en önemli tarihçilerden İlber Ortaylı'nın Taha Akyol ile beraber hazırladıkları son kitabı Osmanlı Mirası çıktı.

Sohbet üslubu ile yazılan kitapta; Osmanlı ve Ermeniler, Osmanlı ve Museviler, Osmanlı Hanedanı ve Milli Mücadele, Osmanlı Modernleşmesi ve Milliyetçilik, Osmanlı İdaresi ve İslam gibi konulara değiniliyor.

Konular hakkında hocanın verdiği bilgiler çok net ve rafine. 173 sayfalık kitabı çok kısa sürede rahatlıkla okuyabiliyorsunuz.

Kitaptan küçük bir alıntı :

Fatih Sultan Mehmet'in entelektüel kişiliği ile ilgili ne anlatmak istersiniz?

Fatih Sultan Mehmet bir Rönesans entelektüeliydi. Rönesans'ın kendi kendini yetiştiren, imkanlarını kullanmanın yanı sıra bunları zorlayan, çok renkli bir entelektüel portresi. Batıdaki Rönesans tipi entelektüeller o dönemde Latince ve Yunanca öğrenmeye başlamışlar. Rotterdam'lı Erasmus gibi İbranca bilenler var. Bunların en tipiklerinden biri Heretik bir İbranca uzmanı olan, İtalyalı Giovanni Pico della Mirandola'dır. Fakat bu kişiler Arapça, Farsça ya da Slav dillerini bilmezler. Halbuki Fatih Yunanca ve İtalyancayı bilmenin yanı sıra, Farsça ve Arapça kalem oynatıyor. Bu dillerin edebiyatına vakıf. Bugün hem çini bilip hem Çin poseleni toplayan hem de Yunan, Roma heykellerine ilgi duyan bir entelektüel var mı?

17 Mart 2010 Çarşamba

Eric Cantona Sahnede


Kült futbolcuları severim. Saha içi ve saha dışındaki yaşam tarzıyla futbolun hem sportif alanına hem magazin alanına hizmet eden bu adamlardan biri de Eric Cantona'dır. Seneler önce futbolu bırakmasına rağmen hala gündemdedir.

Futbolu bıraktıktan sonra reklam filmlerinde oynayan, kitap yazan, sinema filmi çeken (fotoğrafta 'Looking For Eric' filminin setinde efsane İngiliz yönetmen Ken Loach ile) Cantona şimdi de eşinin yönettiği bir tiyatro oyununda önemli bir rol ile sahneye çıkacak.

Cantona, "Ben tutkuya bayılıyorum. Hep değişik şeyler denemek istiyorum. Bazen de kendimi tehlikede hissetmek istiyorum." diyor ve ekliyor :

"Hedef hep aynı. Oynamak ve keyif almak. Birşeyden zevk almak için kendinize güven duymanız gerekli. Bu da yalnızca çok çalışarak elde edilebilecek birşey."


Cantona'nın tiyatro sahnesine çıkması konusunda kim ne derse desin, koyu Marsilya aksanıyla konuşan (bilenler söylüyor) ve bu yüzden de Fransa'da fazla ciddiye alınmayan Eric Cantona'nın kimseyi umursamaz duruşu, hala değişmemiş görünüyor.

Tatil Turları


Efendim gezginliğe meraklı biri olarak kendi yapacağım turdan daha uygun bir fiyat olmadığı sürece tur şirketlerinin organizasyonlarını tercih etmem. Tercih etsem de yapılan turlara ve aktivitelere katılmam. Çok ağırdırlar normal olarak ve benim beklentilerim ile klasik bir turistin beklentileri genelde farklıdır.

Rehber bir arkadaş yurt dışı turlarda Türk turist profili hakkında görüşlerini iletti :

* ÇOKBİLMİŞLER : Geziye sanki hazırlanıp gelmişlerdir.Rehber susmaya görsün ,bütün bildiklerini sıralamaya başlarlar.Rehber mi anlatıyor onlarmı belli olmaz. Tipik cümleleri :”Ben bunları biliyordum zaten”

*MÜKEMMELİYETÇİLER : Gezilen her alanı ve müzeyi “ Londra ,İstanbul ve British Museum” ile karşılaştırırlar.Güzel bir yer gördüklerinde dahi tepkisiz kalmayı marifet sayarlar.Tipik cümleleri “ Onca yolu bunu görmek içinmi geldik , İstanbul daha güzel , İstanbul gibi şehir yok “

*ŞİKAYETÇİLER : Dünyaya şikayet etmek için geldiklerinden hiçbir fırsatı kaçırmazlar.Havanın sıcaklığından,yolun tozundan, otobüsün sesinden kısaca her şeyden şikayet ederek görevlerini yerine getirirler.

*DÜZEN BOZUCULAR : Turdan ayrılıp kendi başlarına dolaşmayı büyük bir marifet sayarlar. Kan ter içinde görmedik yer bırakmazlar. Tur haricinde gördükleri her şey sanki ilk defa onlar tarafından bulunmuştur.Herzaman tur disiplinini bozmak ve böbürlenmek isterler.Yanlarında kitap taşır ve rehberle didişirler.

*DOĞUŞTAN FOTOĞRAFÇILAR : Otobüs durunca ortadan kaybolur, şöför korna çalmadan dönmezler .Geziden döndükten sonra dia gösterileri yaparlar.

*İDEAL GEZGİNLER : Ön yargıları yoktur ve amaçları gezdikleri ülkeyi tanımaktır.Katıldıkları geziyle ilgili ön araştırma yapmışlardır.


14 Mart 2010 Pazar

Pazar Notları


Bilen bilir... Telefon modasını takip edenlere, telefonla gösteriş yapanlara, telefon modelini kişinin statüsünün göstergesi olduğunu düşünenlere, en hafif tabirle şaşkınlıkla bakarım. Biraz bu kişilere inat biraz sadakat yüzünden altı yıldır aynı telefonu kullanıyordum. Şimdi o benden ayrılmak istiyor. Halbuki ne istiyorsa yaptım. Arkadaşlarımın tüm şakalarına rağmen onu savundum. Ona geçtiğimiz hafta, son bir şans verdim ancak daha fazla yapacak bir şeyim yok. Yollarımız burada ayrılıyor...

İlber Hoca'nın her ay Tarık Zafer Tunaya'daki tarih dersleri... Tavsiye edilir. Samimi bir ortam, her kesimden her yaştan sırf ilim öğrenmek için gelmiş dinleyiciler ve yaşayan efsane hoca... Bir saatte size konu hakkındaki bilgiyi zipleyip veriyor... Allah uzun ömürler versin kendisine...

Bir arkadaşımdan öğrendim. İnsan beynindeki uyku ile ilgili bölümünün "4 saat kapasiteli" şeylerden oluştuğu, bu nedenle 4-8- 12 gibi 4ün katları kadar saat uyumanın, insanı dinlendirdiği, ara saatlerin dinlenmeden uyanmalara neden olduğu söyleniyormuş. Kendi adıma ilk denemeler başarılı... Eğer becerebilirsem devrim olacak hayatımda... Sonuçlar daha sonra bildirilecektir.

Sevdiğim bir arkadaşımın annesini kaybettik. Cenazesini Şakirin Camii'nden kaldırdık. Yurt dışında ilk iş olarak şehir meydanındaki kiliseye giden zevat... Modern mimari ile ibadethanenin birleştiği bu mekanı din ile alakanız olmasa da gidin görün. Alakası olanlar da görsün de estetiğin ibadette konsantrasyonu nasıl etkiliyormuş bir baksınlar. Gerçi bu selatin camilerde fazlasıyla hissedilir ancak son zamanlarda yapılan camilerde bu duyguyu yakalamak zor. Köylü mimarlarımız ve zenginlerimiz sağ olsunlar ne diyelim. Günümüzün önemli iç mimarlarından Zeynep Fadıllıoğlu'na ve camii yaptıran Şakir ailesine şükranlarımızı sunarız...

İstanbul Film festivali programı açıklandı. İki yüzden fazla film var yine... Bu sene antidepresan adı altında yeni bir bölüm açmışlar. Komedi filmler içeriyor... Merakla bekliyoruz... Kitapçık alıp program yapma zamanı...

İncelemeye aldığımız yeni filozof Henry Bergson... İleride ayrıntılı bir yazıyla anlatmaya çalışacağım geç tanıdığım bu büyük dahiyi...

Bir arkadaşımın yüzüme vurmasıyla kendime geldim ve Türk şiirini ne kadar az tanıdığımın farkına vardım. Necip Fazıl ile bitirelim :

TAM OTUZ YIL

Tam otuz yıldır saatim işlemiş ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum..


Bu arada.... Hoşgeldin melek.... Sefalar getirdin...

13 Mart 2010 Cumartesi

500 Days of Summer


Bağımsız filmleri severek izleriz. Amerikan olanları da ilgi çekicidir. 500 days of summer da bunlardan biri...

Film şu sözle başlıyor : this is not a love story, it's a story about love ... Çok olumlu eleştirilerin merakı içinde filme başlarken bu enteresan cümle ile heyecanınız artıyor...

Karşılıksız aşkı bu kadar güzel anlatan başka (zengin-fakir saçmalığını kullananları düşünmeyin bile) bir film var mı acaba?

Film, unutulmaz sahnelere sahip. İlk aklıma gelenler; ikea sahneleri, Tom'un (esas oğlan) mutluluk sahneleri ve hemen arkasından yıkılış sahnesi ve Sliding Doors'dan bildiğimiz perdenin ikiye bölünüp aynı olayı iki farklı şekilde anlatan expectations-realty sahnesi...

Cast son derece başarılı. Kostümler olağanüstü...

Özenle seçilmiş film müzikleri filmin değerine değer katıyor.

Kronolojik olmayan anlatım çok başarılı...

Aşk diye birşey var mı yok mu? Kader diye bir şey var mı? Film samimi bir şekilde bu soruları size soruyor. Cevabı sizin yorumunuza kalmış...

Çok geç kalmışım seyretmek için... Bir nedeni olsa gerek....

Mutlaka izlenmeli... Belki birkaç kez...


11 Mart 2010 Perşembe

Finale Gidiyoruz...


Geçen sene Roma'nın tadını aldıktan sonra Tuncay'la karar vermiştik. Allah sağlık,para ve zaman verdiği sürece bu dünyanın en önemli organizasyonlardan biri olan büyük festival gününe her sene katılalım dedik.

Barnebeu dünyanın en ihtişamlı stadyumlarından biri. Burayı da görürsek görmediklerimiz listesinde Guisepe Meazza kalıyor sadece... O da bir haftasonu seyahatine bakar...

Madrid 22 mayıs 2010'u daha Roma Olimpiyat Stadyum çıkışı aklımızın bir kenarına yazdık. Yılbaşından beri çekiliş tarihini beklerken pazar günü Tuncay'ın 'yarın çekiliş başlıyor' haberiyle bizimle gelmek isteyen birçok arkadaşa pazartesi harekete geçme vakti olduğunu bildirdik.

11.000 biletten bize çıkacak mı stresini yaşarken NtvSpor'dan arkadaşımız Loran bize müjdeli haberi verdi ve Real Madrid kulübünden bilet ayarladığını hemen para göndermemiz gerektiğini söyledi. Biletler biraz pahalı ama bekleme stresi çekilmez dedik ve işi bitirdik.
Hemen heyecanı başladı. Barcelona ve çevresini görmüş İspanya'yı sevmiş biri olarak çok fazla birşey olmadığı söylenen Madrid'i gezmek için de güzel bir fırsat. Maçtan ertesi gün de büyük ihtimal araba kiralanıp Valencia turu yapılır.

Barcelona finale çıksa da olaya bir de siyasi bir boyut katılsa, biz de bunun şahidi olsak...

Başvurduğumuz onlarca biletten bakalım kaçı çıkacak. Altı kişinin bileti hazır ama gelmek isteyen bir o kadar insan var...

Mayıs... Çabuk gel...


Aşksa- Mazhar Alanson


Gündüz vakti kuzen Hüma'dan alınan bir mesajla Mazhar Bey'in yeni şarkısının çıktığını öğrendim. İşte vakit olmadı ama bir saattir yirminci tekrarını dinliyorumdur herhalde...

AŞKSA

Yanına gelmesem
Sesini duymasam
Sana dokunmasam
Bu aşk olur mu?

Yüzüne bakmasam
Elini tutmasam
Sana sarılmasam
Bu aşk olur mu?

Gittin de ne oldu...
Beni unuttun mu?
Aşk...
Eğer bunun adı aşksa...
Sen benden ya bambaşkaysan bambaşka

Mahsun mahsun oturma yatağında
Mükemmel bir yaştasın
Bana bağlanma

Şimdi sözüm var
Kendi kendime
Namusumla
Yalan yok yeminle

Seni üzmeden
Sana söz versem
Pişmanım desem
Bu aşk olur mu?

Buldun da ne oldu
Tuttun yok oldu
Sen
Her zaman beni bağışladın
Sevdin özledin hatta alkışladın
Aşk
Eğer bunun adı aşksa
Sen benden ya bambaşkaysan bambaşka


Biricik hanımı biraz üzmüş galiba... Sonra da oturmuş yazmış bu satırları... İyi ki üzmüş... İyi ki üzülmüş...

Tarafsızca eleştiri yapamıyorum bu abimin şarkılarına. Beğenmediğinizi de söylemeyin bana sakın... Üzülüyorum...

Bir de sadece akustik gitar eşliğinde dinlesek...

Yüreğine sağlık...

8 Mart 2010 Pazartesi

Özürlerden Bir Demet

İş yoğunluğu, hemşirenin evliliği derken çok ihmal ettim... Bu haftadan itibaren tekrar başlıyoruz...