14 Kasım 2010 Pazar

Pazar Notları


Etrafımı seyrediyorum. Bazıları, geçici tatminler peşinde koşup, onları yakaladıktan sonra sıkılıp yeni geçici tatminler peşinde koşmaya başlıyor. Sonuç olarak da ne yaparsa yapsın hiçbir şeyi beğenmez bir hal içine düşüyor... Peki hayat bu mu? Bu peşinde koştuklarımıza ulaşanlar mutluluğu, huzuru yakalamışlar mı?

Batının akil ya da bu dediklerimden artık tatmin olamayan insanları, artık pes etmiş, yeni arayışlar peşinde. Yeni tatmin unsurları arıyor onu mutluluğa ve huzura erdirecek. Bunun için doğuya gidiyor. Doğudaki mistisizmde arıyor hayatının anlamını.

Doğu ise batı gibi olma derdinde. Mutluluğun eşyada olduğunu, anlatanlara kanıyor. İçi boş ama dışı son derece süslü o parıltılı dünyaya. Kanmamak da kolay değil hani. Çok süratli ışıl ışıl arabalar, lüks evler, bitmek tükenmek bilmeyen teknolojik ürünler vs. Bunları görüp tatmadan elinin tersiyle itmek de her kişinin yapacağı bir iş değil...

İşte bu minvalde İstanbul bize çok karışık bir hayat sunuyor. Coğrafi ve siyasi açıdan doğu ile batı arasında bir köprü olduğunu, ilkokuldan beri bildiğimiz bu şehir bize bu anlattığım durum ile ilgili iki kapıyı da açan bence dünyadaki tek şehir. Son on yılda yapmış olduğu atılımla batının, yüzyıllardır sahip olduğu kültürel ve manevi mirasla doğunun, nimetlerinin bu kadar iç içe ve bu kadar yoğun hissedildiği başka bir şehri dünyada gösteremezsiniz.

Evet... İstanbul'da yaşayanlar... Çok şanslıyız... Şehir bize iki dünyayı da sunuyor. Bu iki dünyadan da istifade eden var, sadece birinden istifade edip diğerini yok sayan da. İnsanlar arayış içinde dünya üzerinde dolaşırlarken biz bu dolaşımı şehrin içinde yapabilecek durumdayız. Bir büyüğümün dediği gibi : Görene, köre ne...