22 Şubat 2011 Salı

Ahmet Davutoğlu


Elbet belli bir siyasi görüşüm var ancak uluorta bunları paylaşmam. Paylaşmayı da doğru bulmam.

Ancak şu anki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun siyaset üstü duruşu, sığ politikadan kaçınması son yıllardaki politikacı profiline ters. Hiperaktif hali, kimilerine olağanüstü gelirken, kimilerine göre bunun tam tersi; hayal peşinde koşmak, hatta ülkeyi uçuruma sürüklemek ile bağdaştırılıyor.

Bence günümüzün en değerli düşünürlerinden Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç’ın güzel bir sözü var : Ya bilgeler kral olmalı, ya da krallar bilge olmalı.

İşte beğenin beğenmeyin bence Davutoğlu bilge bir adam. Biyografisine internetten ulaşmak çok kolay. Okuduğunuzda oturduğu koltuğa ne kadar hak ederek geldiğini gayet iyi anlıyorsunuz. Kıskanılacak bir kariyere sahip.

‘Stratejik Derinlik’ adlı efsane kitabını herkese tavsiye ediyorum. Dış politikanın alfabesini bu kitapta bulabilirsiniz.

Dışişleri bakanı olmadan önce Taraf Gazetesinde her gün yayımlanan 20 soru köşesindeki cevapları aşağıya yazıyorum. Neden bilge dediğim sanırım daha iyi anlaşılacak.

En sevdiğiniz kelime nedir?

Hikmet

Nefret ettiğiniz kelime nedir?

Nefret

Ne sizi heyecanlandırır?

Tarihin içinde akmakta olduğum hissi

Heyecanınızı ne öldürür?

Bu akışın ritmini kaybetme korkusu

En sevdiğiniz ses nedir?

Çocuk sesi ve gecenin karanlığında derinden gelen bir ney sesi

Nefret ettiğiniz ses?

Münasebetsiz vakitlerde çalan cep telefonu

Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?

Cellatlık

Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?

Kendim olmayı tartışmayı haddi aşmak olarak görürüm

Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz?

Savaşmaya hazır tarafları durdurabilecek bir ikna yeteneği

Nerede yaşamak isterdiniz?

Her sabah kalktığımda güneş doğarken Kudüs, Medine ve İstanbul’un tarihi siluetini aynı anda görebileceğim bir mekanda

En önemli kusurunuz nedir?

Birçok işi aynı anda yapabilme hırsıyla zamanı idare edememek ve aileme yeterince vakit ayıramamak

Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?

Yoğunlaştığım teorik bir çalışmanın en kritik aşamasında kağıdı ve kalemi terk ederek alabildiğince yürümek

Kahramanınız kim?

Üzerinde herhangi bir kul, hayvan, bitki hakkı olmadan ruhunu teslim eden sıradan bir insan

En çok kullandığınız küfür nedir?

Eğer küfürse “densiz”

Şu anki ruh haliniz nasıl?

Metafizik dinginlik ile tarihi yaşama coşkusunun oluşturduğu iniş-çıkış

Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?

Mahiyet sahibi olmadan erdemli, özgüven ve izzet sahibi olmadan onurlu olunamaz. bir problemi görme yeteneğine sahipsek o problemi çözebilme kudretine de sahibizdir.

Mutluluk rüyanız nedir?

Çocuklarımın ve öğrencilerimin insanlara faydalı eserler verdiğini görebilmek

Sizce mutsuzluğun tanımı?

Varoluşuna anlam verememek

Nasıl ölmek istersiniz?

Ders verirken

Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı’nın kapıda size ne söylemesini istersiniz?

Dağların üstlenmekten çekindiği emanetin hakkını verdin ya kulum! cemalimde varlığın ezeli ve ebedi anlamını keşfedebilirsin.

20 Şubat 2011 Pazar

Deplasmanda Taraftar Olmak



Yazacak o kadar çok şey varken, uzun bir aradan sonra çoğu kişiye boş gelecek (ki bence de o kadar dolu bir şey değil ancak zayıf karnımın futbol olduğunu itiraf ediyorum) bir yazıyla dönüyorum.

Konumuz deplasman takım taraftarı olmak.

Üç çeşit deplasman maçı vardır : Yurt dışı, Şehir Dışı ve şehir içi (derbi).

Takımınızın evindeki her maça gidiyorsanız, bir süre sonra farklı heyecanları aramaya başlarsınız. Deplasman maçlarına gitmek işte böyle sızıverir hayatınıza.

Havası apayrıdır bu maçların evdeki maçlardan. Takımdaşlarınızla olan birlik beraberlik evdekinden farklıdır. Evde her maç görüp selam vermediğiniz adamı, deplasman maçında görünce hemen sohbete başlar ve bir daha hiç bitmeyecek sohbetin ilk tohumlarını atarsınız.

Deplasman yolculukları bu işin en zevkli kısmı denebilir. Sohbet, muhabbet, yeni besteler, molalarda yaşanan hadiseler, atışmalar. Uyuyanlar, içenler, sevgililer, öğrenciler, karılarının dırdırından kaçan kocalar…

Gidiş her durumda güzeldir de, dönüş maçta alınan skora göre değişir. Galip gelinmişse, keyifler yerindedir. Şarkılar türküler söylenir, şımarık çocuklar gibi sağa sola sırnaşılır. Ama istenen skor alınmamışsa bir sinirle vasıtaya binilir (otobüs, uçak, araba vs), birkaç kişi takıma, yönetime, taraftara bağırır çağırır ve sonra sessizlik içinde dönülür.

Gittiğiniz şehri dolaşma imkanınız olursa bir taşta iki kuş vurmuş olursunuz. Yörenin güzel lokantası keşfedilir. Güzel yemek yenir. İmkan varsa eve birkaç hatıra alınır.

Maça girişte uzaktan geldiğinizi şehirdeki diğer renkdaşlarınıza hissettirirsiniz. ‘Sizin bizden öğreneceğiniz çok şey var’ havası verilir. Hatta bir kısım, onları muhatap bile almaz…

Derbi maçları ise bence bu işin en üst noktada hissedilebileceği yerdir.

Bilet bulmak büyük sıkıntıdır. Onbinler gitmek ister ancak sadece bir-iki bin kişi gidebilir.

Olağan üstü güvenlik önlemleriyle stada girilir. Çok tehlikeli yaratık muamelesi görülür. Polis kordonu stad kapısından girene dek devam eder.

Fazla bilet satılması ya da biletsiz girenler sayesinde tıklım tıkış maçı seyredersin. Oturma şansın pek yoktur. Hele ki tuvalet ihtiyacın gelmişse vay haline.

Deplasmanda atılan golün sevinci bu işin bence nirvana noktasıdır. Hayatta pek az ‘anlık’ sevinç buna benzer. Onbinler sus pus oturup yıkılmışken yaşanan sevincin tarifi pek zordur.

Yenen golün acısı da atılandaki sevinçten az değildir. Onbinler etrafında sevinirken senin golün yıkımını sadece bir avuç insanla paylaşman acını dindirmeye yetmez.

Maç öncesi, devre arası, maç sonrası ve gollerden sonra rakip takım taraftarıyla toplu ya da münferit olarak atışılır.

Galip gelmişsen bu maçın senin için önemi başka olmuştur. Seneler sonra bile sanki bir gün önce oradaymışsın gibi anlatırsın maçı ballandıra ballandıra. Mağlup olmuşsan fazla konuşmak istemez ve maçta olduğunu pek dile getirmezsin.

Maçın skoru ne olursa olsun en az bir saat stad içinde bekletilirsin. Galipsen problem yoktur. Ama mağlupsen geçen dakikalar işkencedir.

Yarın Beşiktaş’la İnönü’de (pardon Fiyapı İnönü) maçımız ve ben 1600 şanslı Fenerbahçe’liden biriyim. Bu anlattıklarımı senelerdir yaşamama rağmen sanki ilk defa derbi deplasmanına gidiyormuş heyecanı içerisindeyim.

Yazıyı Footbal Factory filminin efsane repliğiyle bitirelim :

What else are you gonna do on a saturday? sit in your fuckin' armchair wankin' off to pop idols? then try and avoid your wife's gaze as you struggle to come to terms with your sexless marriage? then go and spunk your wages on kebabs fruit machines and brasses? fuck that for a laugh! i know what i'd rather do. tottenham away. love it!

* Fotoğraf 19 Mayıs 2007 GS-FB maçından. Maç skoru 1-2 ve oradaydım. Küçük bir bilgi: 17 mayısta tezkeremi alıp 18 mayıs'ta basketbolda deplasmanda Galatasaray'ı yenip finale yükselmiştik. Fenerbahçe'li olarak on kişiden fazla değildik... 155 gün sonunda iki deplasman derbisinden galibiyetle dönmenin keyfini az çok anlatabilmişimdir inşallah..