25 Nisan 2010 Pazar

Pazar Notları


Baharın getirdiği enerji ve tatile gidenlerin şehri boşaltmasıyla trafiksiz muhteşem bir İstanbul yaşıyoruz üç gündür. Aman bitmesin... Yoğun iş mi? İş ne zaman bitti ki? Dertleri yazdığımız defterin hiç bütün maddelerini çizip artık bir şey kalmadı dediğiniz oldu mu? O yüzden güneşin baharın keyfini çıkarın... Binbir çeşit lalelere bakıp gülümsememek mümkün mü?

Ne olacak bu Ermeni meselesi? Kaç yıl daha bizimle beraber yaşayacak? Birçok Ermeni arkadaşımla bu işleri samimi bir şekilde konuştum. Onlar da rahatsız. Biz de kestik siz de kestiniz diyorlar ki bence haklılar. Diasporanın birlik olabildiği tek konu bu olduğu için bu kadar üstüne gidiyorlar. Bu mesele biterse diasporanın birlik olabileceği başka bir mevzu olabilecek mi acaba? Samimi bir şekilde tartışacak bir şey kalmadı bence. Masaya 'soykırım yaptınız' diyerek oturulmaz. İlk başlarda daha ılımlıydım ama zaman geçtikçe karşı tarafın pek de iyi niyetli olmadığını görüyorum...

Şu klişeyi hepimiz biliyoruz : Kadınlar kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanırlar. Peki ya tersi mümkün değil mi? Bir erkek olarak beni güldüren kadınlardan hoşlanıyorum. Neden bu işi cinsiyete indirgiyoruz. İnsan kendini güldüren insanlardan hoşlanır desek olmaz mı?

Karikatür severim. Geçtiğimiz yıllarda sürekli takip ettiğim dergiler de oldu. Yiğit Özgür karikatüristler arasında en sevdiğim çizer diyebilirim. Umut Sarıkaya da kendisini zorlar. Üslupları farklı... Yeni kitabı yayımlandı. Gecenin bir vakti okurken yataktan düşme durumlarına düşebilirsiniz. Ülkece tam hakkını veremediğimiz bir adam olarak görüyorum kendisini...

Kokoreçi seven çok seviyor, sevmeyen yanına bile yaklaşamıyor. Sade kokorecin tadı birşeye benzemiyor. Biraz domates, biber, kekik, kırmızı biber katınca tadından yenmez oluyor. Bu anlaşılmaz yiyeceği denemek istiyorsanız Üsküdar'a gitmelisiniz. Şehirler arası otobüs servislerinin kalktığı yerde Güneş Kokoreç bu işin ustasıdır. Yirmidört saat açık olan mekanda midye ve sucuk da var. Diğer kokoreçler farkı mı nedir? Gidin yiyin sonra konuşalım...

Mehmet Akif Ersoy ile bitirelim :

Geçmişten adam hisse kaparmış...

Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

18 Nisan 2010 Pazar

Pazar Notları


Bugün derby günü. Hem de evde oynayacağız. Nisan sonu ve mayıs ayı bizim gibi iflah olmaz futbol severlerin bayram günleridir. Son haftaların getirdiği heyecan derby ile birleşince kalpler biraz daha fazla atmaya başlar. Gönül kazanmak ister…

Voleybol erkekler şampiyon. Bayanlar bir sürpriz olmazsa şampiyon olurlar. Bayan basketbolcular da öyle. Erkek basketbol en az final oynar. Futbolda her şey olabilir. Bakarsınız iki kupada gelmiş. Sıkıntılı ve zevksiz geçen bir sezonun ardından bunların hepsi gerçekleşir mi? Neden olmasın?

Aceto’nun sayfasında gördüm. Jose Mourinho : ‘I am still the special one, for sure. You want to try and succeed in your job like I have done in mine inside three years? You have no chance.’ Evet çok ukalaca. Ama bu adama da ukalalık yakışıyor sanki…

Tolstoy… Yazılarını okudukça ona olan hayranlığım her geçen gün artmakta. Geç keşfetmenin üzüntüsünü, zararın neresinden dönersen kardır sözü sayesinde unutuyorum. İşte hayat üzerine düşüncelerinden bir alıntı :

Herkes kendi menfaati için yaşar. Kendi menfaatini istememek, yaşamamak demektir. Hissettiği hayat, yalnızca kendi şahsi hayatıdır. Gerçek hayat sahibi olarak sadece kendisini görür. Çevresindeki diğer varlıkları ise sözde hayat sahibi şeklinde tasavvur eder.

Diğer varlıklar için bir kötülük arzu etmemesi, onların elem ve ıstıraplarını görerek muzdarip olmamak içindir. Başkaları için bir iyilik istemesi de yine onların şahısları için olmayıp başkalarının mutluluğundan kendisine fayda payı çıkarabilmek içindir.

Gerçekçi olmak gerekirse haklı değil mi Tolstoy? İtiraf edelim…

İstanbul Film festivali… Geçen sene iki filme gitmiştim. Bu sene iki elin parmaklarını geçtim. Festivalin izleyicisi de, ortamı da, koşuşturması da farklı… İKSV’ye teşekkürler. Gittiğim filmler arasında bir değerlendirme yaparsak :

En iyi : Aşkın Son Mevsimi ( muhteşem Helen Mirren performası)

En Kötü : 36 Dağ Manzarası (ilk onbeş dakika ne olduğunu anlamayınca uyunulan film)

En iyi senaryo: Büyük Hata ( Atom Egoyan’ın son filmi Hitchcock filmleri tadında)

En anlaşılmaz : Suç Unsuru (Lars von Trier’in ilk filmi. Benden uzak olsun.)

Konak pastanesi… Galata Kulesi’nin giriş kapısını gören sokaktan aşağıya doğru yürüyün. Elli metre ileride solda Konak Pastane’sini göreceksiniz. İçeriyi girin, asansöre binin ve terasa çıkın. Olağanüstü İstanbul manzarası, güzel yemekler ve olağanüstü tatlılar sizi bekliyor. Eğer İstanbul’a ilk defa gelen bir misafiriniz varsa onu İstiklal caddesinden Tünel’e oradan Galata’ya, oradan da bu pastaneye getirin. Burada yenilecek tatlıyla beraber içilen yorgunluk kahvesi sayesinde İstanbul’a aşık olacaktır…

Neyzen Tevfik ile bitirelim :

Ne ararsın ALLAH ile aramda..

Sen kimsin ki orucumu sorarsın.?

Hakikaten gözün yoksa haramda…

Başı açığa niye türban sorarsın.?

4 Nisan 2010 Pazar

Pazar Notları


Hamursuz bayramı bitmeden bu sefer de Hristiyanların Paskalya'sı başladı. Sultanahmet, Beyazıt, Eminönü, Balat, Fener, Taksim, Beyoğlu cıvıl cıvıl turistlerle dolu İstanbul'da. Dünyanın dört bir yanından gelen (daha çok Yunan, İspanyol, İtalyan)Hristiyanlar kutsal mekanları ziyaret ediyorlar. Hepsinin bayramı kutlu olsun. Ne güzel renk şehrimiz için. Dünya başkenti diye boşuna demiyoruz...

Birkaç senedir moda olan kafelerde bin bir çeşit kahveler satılıyor. Hepsinin tadı ayrı bir güzel ama bizim Türk Kahvesi gibisi var mı yoksa alışkanlıklarımız mı bizi bu düşünceye sevk ediyor? Her yemekten sonra arar oldum...

İstanbul Film Festivali başladı. 18 Nisan'a kadar sürecek festival filmleri için geç kalınmadı. Çok güzel filmler var. Bir kaç tavsiye : Bay Hiçkimse, Greenberg, Yepyeni Bir Hayat, Orjinal Altyazılı...

Fenerbahçe... Futbolda yaşadıklarımız yetmiyormuş gibi bize bir Voleybol Bayan maçında bile şu heyecanı yaşattıysa kabul edelim anormallik bizde. Kızlarla ne kadar gurur duysak az. Bugün final maçı var. Kaybetseler de (ki inşallah kupayı alırlar) bu büyük başarıyı bize yaşattıkları için teşekkür ederiz. Doğru ekip, doğru yatırım, doğru yönetimle birleşince başarı kendiliğinden geliyor. Bu üçlemeyi basketbol ve futbolda da göreceğimiz günler olur inşallah...

Artık bahar geldi. Kazakları, montları kaldırmanın zamanı da. Lale festivali başladı. Her yer cıvıl cıvıl... Sabahları kalkarken hissedilen isteksizlik ve yorgunluğu baharın gelişine verelim. Kapalı ve hafif rüzgarlı havalar tercihimizdir ancak çok soğuk ve çok sıcaklara tercih ettiğimiz şu günlerde çocukların gözlerindeki ışıltıyı görmek bile yetiyor.

2011 şampiyonlar ligi finalinin yeri açıklandı : Wembley! Daha Madrid'e gitmeden düşünmek bile erken ama bu büyüleyici şehir ve stadda final maçı nasıl olur? Hayal etmeden nasıl duralım?

Euronews haberleri... Eğer dünya ve Türkiye gündemini tarafsız bir şekilde takip etmek istiyorsanız, bir süredir Türkçe yayın yapan bu kanalı takip edin...

Bir cuma gecesi saat 1. Taksim Kitchenette. Bir masada Hilmi Yavuz diğer masada Ara Güler. Hilmi Yavuz'un karşısında yirmili yaşlarda bir bayan. İstemeden kulağımız gidiyor konuşmalara. Kızın ağzından küfürlü sözler çıkarken Hilmi Bey'in tepkisi sıfır. Ne oluyor ne bitiyor bilmiyorum ama şaşkınım...

Şu dünyanın özü aşktır (bana göre). Kimisi paraya, kimisi eşyaya, kimisi bir insana, kimisi bir kulübe, kimisi yaptığı işe aşıktır. Bir de Allah aşıkları vardır. Hz. Mevlana bu aşıkların hocasıdır diyelim en basit tabirle. Bir tanım yapmış. Yukarıdaki her çeşit aşka uygun :

Aşıklık gönül iniltisinden belli olur. Hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim, asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada ve koşup durmaktadır ama aşk bahsine gelince; çatlar aciz kalır. Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yatar kalır.