9 Mayıs 2010 Pazar

Pazar Notları


Anneler günüymüş bugün... Benim için bir anlam ifade ediyor mu? Elbette hayır. Çok şükür her gün annemin varlığının ve değerinin farkındayım. Çok şükür hala yanımda ve çok şükür o da bugünün anlamsız olduğunu düşünüyor. Anne sevgisinin bile nasıl paraya döndürülebileceğinin hesabını yapan bir düzende yaşıyoruz. Bütün hafta boyunca kampanyalarının nasıl daha fazla duyurulabileceğinin yarışı içinde olan markaları gördük. Bu düzenin sonunun iyi olmadığı aşikar. Sakın bana modernlikten çağdaşlıktan bahsetmeyin. Eğer modernlik ve çağdaşlık bu ise geri kafalı ve yobaz olmayı tercih ediyorum.

Çözemediğim bir konu var. Kadınlar ve ayakkabı... Nedir bu tutku? Neden etek, pantolon değil de ayakkabı? Her kadın kendi bütçesine göre uygun yerleri buluyor, alışverişini yapıyor. Ünlülerin özel ayakkabı odaları olduğunu okuyoruz. Giysiyi tamamlayıcı bir aksesuar olduğunu kabul ediyorum ancak acaba detaylara takılmıyor musunuz? Kıyafet daha önemli değil mi? 150 yıllık moda tarihinde bir pazarlama taktiği olarak kullanılıyor ayakkabılar ve tabi bir de çantalar... Ve sevgili bayanlar... Siz de bunu yiyorsunuz kusura bakmayın...

Sporseverler için mayıs ayı demek heyecan demek, stres demek, mutluluk demek, hüzün demektir. Şampiyonlar bu ay belli olur. Bütün turnuvaların finalleri bu ay oynanır. Tadından yenmez. Bayan basketbol takımı final serisinde 2-0 önde, erkekler %90 finalde Efes'le oynayacaklar. Futboldaki durum malum. Yürek son hafta dayanabilecek mi bakalım.

Dersimiz yine Tolstoy. Yaşama sebebimiz (bana göre) aşk hakkındaki tanımı şöyle sevgili düşünürümüzün : Aşk 'nefsini feda etme' şeklinde olduğu zaman gerçektir. Evet, aşk demek, parayı, kuvveti, bedeni sevilen şey için adamak demektir. Ve kainatın ayakta durması da ancak bu aşkın ayakta durmasıyla mümkündür. Hayatın ta kendisidir. Hem de kederden, yokluktan kurtulunmuş ve güzelliklerle dolu sonsuz bir hayattır. Muhakeme ile keşfedilen veya bir faliyet neticesinde olan birşey değildir. Bu bizzat bizi her taraftan kuşatan ve biz bu hali en küçük yaşımızdan başlayarak bilimin telkinleriyle vicdanımız yanıltılıncaya dek süregiden zaman zarfında kendimizde hissederiz.

Yemek konusunda mekan merakımı bilenler bilir. Burada temel gözettiğimiz husus lezzet ve ortamın samimiyeti. Ambiyans, sunum, hijyen gibi faktörler benim için sonra sıradalar. Food and Travel'de bu ay Mehmet Gürs ile yapılmış bir röportaj var. Kendisi ile İstanbul'da lezzet mekanları hakkında sohbet yapılmış. Sohbet için buluşma mekanı Hocapaşa seçilmiş. Bilmeyenler için anlatalım. Hocapaşa denen mevki Sirkeci ile Cağaloğlu arasındadır. Hocapaşa Cami'nin önünde durun ve etrafı seyredin. Birbirinden güzel esnaf lokantalarının kokuları sizi mest edecektir. Namlı köfteci, eski kasap dönercisi, hocapaşa pidecisi ilk aklıma gelen lokantalar. Mutlaka gidilmeli...

Hz. Mevlana ile bitirelim :

Ey saki daha önce verdiğin şaraptan...
Bir iki kadeh daha ver de neşemizi arttır.
Ya onun tadına baktırmayacaktın
Ya da küpün ağzını açtığına göre körkütük
sarhoş etmelisin.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder