12 Eylül 2010 Pazar

Final ve Basketbol Dünyam




Çocukluğumda basketbola başlangıç yaşı bu zamanlar gibi 5-6 yaşlar değildi. Ne bu kadar spor okulu vardı ne bu kadar tesis ne de bu kadar eğitmen. İlkokul5'i bitirir bitirmez Ataköy Spor Merkezi denen bir salonda ilk basketbol eğitimini aldım. Bir yaz sezonu çalışmasının ardından iki sene Galatasaray kış okuluna devam ettim. Küçük bir altyapı maceram da oldu. Bu zamanın basketbolunun akil adamlarından Cem Akdağ, Murat Özyer, Ekrem Memnun; altyapı koordinatörleri olarak basketbolun temellerini öğrendiler. Sayelerinde basketbolu çok sevdim ve en azından bir basketbolcu bir maçı nasıl seyretmesi gerektiğini öğrendim.

O günler ile ilgili küçük bir anı : Sene 1991 ve Galatasaray'ın Florya, Lise, Ortaköy ve Beyoğlu olmak üzere dört tane altyapı okulu var. Sene sonu bu okulların oyuncularından seçme takımlar arasında turnuva yapılacak. Florya takımına seçildim ve çok heyecanlıyım. Maç günü geldiğimde birisi şöyle bir şey söyledi : Beyoğlu takımında oyun kurucu bir çocuk var. 78'li ama inanılmaz oynuyor. Geleceğin yıldızı olacak diyorlarmış. Ben de ondan bir yaş büyük olmanın verdiği cesaretle ne kadar olabilir düşüncesi içindeyim. Derken maç başladı. Oyun kurucu olarak arkadaşı benim tutmam gerek ama o kadar hızlı ki göremiyordum onu. Her attığı giriyordu. Atmasa asist yapıyordu. Gözlerinden oyunu çok iyi okuduğu belliydi daha 13 yaşında.

Moralim çok bozulmuştu. Çünkü o gün hiçbir şey olduğumun farkına varmıştım. Daha sonraları okul ağır bastı ve sokaklarda basketbol oynamaya devam ettim. O ise her geçen gün adını daha fazla duyurdu. O Kerem TUNÇERİ'ydi.
İlk maçlara babam götürmüştü Spor Sergi'ye. Sanırım 88-89 yılları. 90'da şampiyonluğumuzu hatırlıyorum. Spor Sergi ayrı bir yazı konusu. Oranın girişi çıkışı, insan kitlesi, üst kat...

Dawkins ve Michael Scors zamanlarını çok az hatırlıyorum. Ama Larry Richard, Pete Williams çocukluğumun kahramanlarıydılar.

O yıllarda Basket dergisi vardı. Ahmet Kurt çıkarırdı. Sonra Fast Break çıktı. Odamın bir duvarı tamamen bu iki dergiden çıkan posterler ile kaplıydı. Cumartesi günleri NBA action ve pazar gündüz bir NBA maçı yayınlanırdı. Yine de işim gücüm oyuncu istatistiklerini takip etmekti. Efsane Lakers kadrosu : Magic Johnson, Byron Scott, James Worthy, Michael Cooper ve Karim Abdul Jabbar...

Patrick Ewing, Clyde Drexler, Larry Bird, Isiah Thomas ve tabi Michael Jordan...

95,96 yılları Fenerbahçe... Henry Turner, Dallas Comegys, Hakan Yörükoğlu, Ömer Büyükaycan, Levent Topsakal...

Abdi İpekçi vardı artık hayatımızda. Harlem gösterisi ile açılmıştı salon. Benim için o kadar iyi olmuştu ki. İki tren durağı tren mesafesindeydi artık maçlar.

Her Fenerbahçe maçına giderdim. Yerim belliydi. Takımın hemen arkasında en ön. Yağmur, çamur, kar demezdim. Kimse olmazsa yalnız giderdim. Bu kadar takip eden çok az insan vardı. Sima olarak tanırdım ama yanlarına gidip dertleşme cesareti bulamazdım kendimde.

Sonra Allah bana o takımla soyunma odasında sevinmeyi, o takıma bir şekilde hizmet etmeyi nasip etti. Efsane malzemeci Erkan abi beni ilk Fenerium'da çalışırken ilk gördüğünde 'sen o çocuksun seni tanıyorum' demişti...

Ve yine o yıllarda Efes Pilsen ve Aydın Örs fırtına esiyordu. Peter Noumoski, Ufuk Sarıca, Volkan Aydın, Larry Richard ve Tamer Oyguç. Biraz Taner biraz da Oktay oynardı bu takımda. Sekizinci adam yoktu. Her Avrupa maçına giderdim. Salon tıklım tıklım olurdu. Bu takıma daha sonra rahmetli Conrad Mc Rea ve Murat Evliyaoğlu dahil olmuş ve Koraç kupasını almışlardı.

Sonra 2001 Avrupa Şampiyonası. Final'de Sırplara yenilmiştik ama bu bile bizim için büyük başarıydı.

Artık Türk takımları ve milli takımın Avrupa'da sözü geçmeye başlamıştı. Elle tutulur bir başarımız yoktu ama hep yukarılarda dolaşıyorduk.

Ta ki bu şampiyonaya kadar. Hazırlık turnuvalarında pek umut vermiyor gözüküyordu. Ama geçtiğimiz senelerde o turnuvalardan çoğunu kazanmış, asıl turnuvanın sonlarında nefesimiz kesilmişti.

Şimdi finaldeyiz. Hem de Amerika'ya karşı...

Bu benim için rüya ötesi bir durum. Çocukluğumda tek başıma evde sünger topumla plastik potama basket atarken sürekli Türkiye Amerika'ya karşı oynama oyunu oynardım. Magic Johnson karşıma alırdım... Genelde kazanırdım bu maçları.

Dün akşam maç bittiğinde ağlıyordum. Çünkü çocukluğumun bir rüyası daha gerçek olmuştu(hep söylerim dünyanın en şanslı insanıyımdır). Binlerce şükürler olsun Allah'a...

Bu rüya benim için sonlanmıştır. Altını almayı tabii ki çok isterim. Hatta çok da uzak değil bana göre. Sırp maçından zor geçmeyeceğini tahmin ediyorum...

Bugünleri bize yaşatan herkese binlerce kere teşekkür. Başta oyunculara ve teknik heyete tabi...

Bu akşam da dualarım sizinle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder