30 Kasım 2009 Pazartesi

Bu Şarkı Kimin?


Balkan Kültürünü, insanlarını ve doğasını hep sevmişimdir ve ilgi duymuşumdur. Balkan topraklarında yaşayan toplumların da birçok ortak noktaları olduğunu hep görüyoruz. Tesadüfen Televizyonda rastladığım ' Bu Şarkı Kimin?' belgeseli burada yaşayan insanların hem ne kadar yakın olduklarını hem de ne kadar birbirlerini çekemediklerine dair güzel bir örnek...

Yönetmen ve senarist Adela Peeva, beste ve güftesinin kime ait olduğu belli olmayan bizdeki adıyla Katibim şarkısının hangi ülkeden çıktığını öğrenmek ve bu sayede toplumlar arasında güzel diyaloglar oluşturmak adına bir yola çıkıyor. Ancak çıktığına çıkacağına da pişman oluyor...

Bir şarkı insanların kaderini değiştirebilir mi? Bir şarkı âşıkları bir araya getirip sonra da kör bir kıskançlığa sürükleyebilir mi? Bir şarkı bir adamın tüm yaşamı boyunca, hatta daha da ötesinde, onun yakasına yapışabilir mi? Bir şarkı etnik nefrete ya da intikam almaya yol açabilir mi? BU ŞARKI KİMİN? Bütün bu sorulara cevap veriyor. Filmdeki karakterler hem Glikeria, Zeki Müren, Selma Karlovats, Ömer Pobrich gibi Balkan müziğinin yerel yıldızları, hem de Türkiye, Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Yugoslavya, Makedonya ve Bulgaristan’dan sıradan insanlar…

Merak edenler belgeselin fragmanını aşağıdaki adresten izleyebilirler :





28 Kasım 2009 Cumartesi

Bayram Notları


Her bayram öncesi gece bir türlü uyuyamam. Pek de uyuma meraklısı da olmam. Anlyamadığım bir heyecan oluyor içimde. Hadi sabah olsun da bayram gelsin gibi...

Namaza gidilir genelde kuzen, baba ve enişte ile... İlk onlarla bayramlaşılır. Bir bayrama daha beraber huzur ve sağlık içinde girmenin şükrü içinde eller öpülür...

Teyzede, büyük aile kahvaltısına geçilir. Masada ne mi var? Herşey var işte... Mükellef bir kahvaltı yapılır. Tabi ailenin en büyüğü anneanne masanın en başında... Kalabalık ve sürekli bağırarak konuşan İtalyan aileleri gibiyizdir... Tam bu sırada Selen arar İtalya'dan masadaki tek eksik olarak...

Erkekler fazla vakit kaybetmeden kurban alanına gider ve kesim işlemlerine başlanır. Senelerdir oturmuş ekipte herkesin görevi bellidir. Makine gibi şaşmadan hekes işini yapar ve iki saat içinde yedi koyun torbalara doldurulur.

Sıra evin hanımlarındadır. Daha soğumamış etten yapılan kavurmanın lezzeti başka hangi yemekte var acaba?

Yemek sonrası anneanneye gidilir ve ikinci kez aile toplanır.

Sonraki günlerde sizin keyfinize kalmıştır. Gelenler gidenler mesajlar telefonlar...

Hatırlamak, hatırlanmak okşar gururları...

Yaşlıları ziyarette gözlerindeki sönmekte olan ışıltıların yeniden hayata geçtiği görülür ve bir gün biz de böyle olacağımız akla gelir. Acaba bizi ziyarete gelen olacak mı? Gelen olsa da zorla mı gelecekler yoksa koşa koşa mı gelecekler?

Mümkün olduğunca bayramda buralarda kalmak lazım. Eğer bu ziyaretlerden bu telefonlardan sonra karşındakinin memnuniyetinden zevk almıyorsan sende sorun vardır ona göre...

Bayramda tatile gitmek mi? Yapıyoruz bazen öyle eşeklikler ama hiçbirisinin dönüşünde iyi ki gitmişim diyemediğim gibi gitmiş olmanın pişmanlığını yaşıyorum....

Acaba kaç bayram daha yaşayacağız şu dünyada? Kaçı analı babalı kaçı anasız babasız? Kaçı sağlıklı ve özgür? Kaçı hasta ve esaret içinde?

İyi bayramlar efendim...

Pinhani


Sonunda... Beğenerek dinlediğim grubu canlı dinleme imkanı bir türlü bulamamıştım. Baktılar benim gideceğim yok ayağıma kadar geldiler sağ olsunlar. Yenimahalle kültür merkezinde konser vereceklerini aybaşında öğrendiğimde hemen ajandaya notu aldım.
Gün içinde gidememe ihtimalim doğmasına rağmen bu sefer gitmeliyim diyordum içimden ve konserin başlamasına bir dakika kala boş koltuk kalmayan salonda basamakta oturmaya çoktan razıydım.

Hele Bi Gel ile güzel bir giriş yaptılar. Grubun gitaristi Akın Eldes'i bundan seneler evvel Bulutsuzluk Özlemi ile çalarken dinlemiştim. Türkiye'nin en iyi gitaristlerinden biri olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Grubun tüm üyeleri çok rahat ve mütevaziler. Bu işi yapmaktan çok zevk aldıkları belli. Sadece yaptıkları müzik ile hatırlanmak istedikleri mesajını alıyoruz tüm üyelerinin kıyafetlerinin sıradan olması, herhangi bir koreografilerinin olmamasıyla...

Solist ve grubun baş elemanı Sinan sempatik ancak günümüz tabiri ile karizmatik biri değil ama ses tonu ile zihindeki tüm olumsuzlukları yok ediyor. Şarkı söylerken ne kendini ne de seyircileri yoruyor.

Bakırköy'lü Sinan'ın şarkı aralarında 'şu şarkıyı Bakırköy-Taksim dolmuşunda yaptım' 'şu şarkıyı Bakırköy-Mecidiyeköy otobüsünde yazdım' anketodları ona olan sempatimi daha da arttırıyor.

Düğün Dernek şarkısıyla tempoyu arttıran grup, Ben Ki Sevmekten Hiç Usanmam ve Dön Bak Dünyaya şarkılarıyla stresli ve yoğun geçen günün tüm yorgunluğunu üzerimizden alıyor.

Bir gün sevdiğim bir grubun üyeleriyle ne zaman müzik yapacağım hayalini kurarak eve gidiyorum ve gider gitmez gitarı elime alıp bir Pinhani konseri de ben veriyorum evdekilere...

22 Kasım 2009 Pazar

Üç Şey


Geçen hafta Şükrü Kızılot'un köşesindeki küçük anekdot çok hoşuma gitti :

KÖY sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı. İçlerinden sadece birinde şemsiye vardı. Bu inançtır.

Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onu tutacaktır. Bu güvendir.

Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız. Bu ümittir.


Ve bu üçü varsa hayatınız güzeldir.

Bir Derby Maçtan Sonra Alınan Dersler ve Tavsiyeler


Kazanılan derbilerden sonra herşey unutulur ve galibiyetin keyfi çıkarılır ancak sonuç mağlubiyet ise aşağıdaki dersler çıkarılır :

- Deplasman derbysi hiçbir karşılığı olmayan duygularla dolu olur ve yaşanan hüzün ve sevinçlerin dünyada karşılığı çok azdır. Bu yüzden, eğer bu taraftarlık işine biraz bulaşıldıysa ne yapıp yapıp maça gidilmelidir.

- Bayanların olduğu ortamlarda derby seyredilmemelidir (azınlık futbolsever bayanlar hariç).

- Yemekli, çaylı, pastalı organizasyonlarla derby maç yanyana gelmemelidir.

- Maç sırasında maçın dışında başka şeyler ile ilgilenen insanlar sizi rahatsız etmiyor gibi görünür ancak bilinçaltında şöyle bir fikir oluşur : Bir derby maçtan daha önemli ne olabilir? İşte bu durum psikolojinizi etkileyebilir. Bu tip insanlarla maç seyredilmemelidir.

- Uğura inanılmasa da defalarca denenmiş ve hiçbir galbiyet alınmamış mekanlarda ısrar edilmemelidir.

- Maç sonrası için önceden yapılmış bir eğlence organizasyonuna katılmama ihtimali düşünülmelidir.

- Galibiyetler sonrası bir yerlere mesajlar atılırsa ya da telefonla arınıp dalga geçilirse, mağlubiyetler sonucu bunun tersi olacağı ve sonuçlarına katlanılması gerekliliği unutulmamalıdır çünkü karşı taraf bu anı beklemektedir.

- Takım hakkında bir maça bakılarak asla kesin hükümler verilmemelidir ancak bu tip maçlarda bu hükümler çok verilir. Bu oyunlara gelinmemelidir.

- Etrafındakilerin saçmalama katsayıları yükselir çünkü beyinin çalışması değişir ve anormal fikirler ortaya çıkar. 'Alex futbolcu mudur?' gibi sözler duyulur. Sabır edilmelidir.

- Maç biter bitmez derby psikolojisinden kurtulmak için en iyi yöntem yalnız kalmak ve mümkünse film seyretmektir.

- Hergün okunan gazeteler ve haber sitelerine uğranılmamalıdır. Hem moral bozmaya gerek yoktur hem de tiraj ve hit artırılmamalıdır.




17 Kasım 2009 Salı

Osmanlı Padişahları


Osmanlı padişahları hakkında bazı bilgiler :

* Ortalama tahta geçme yaşı : 31.9

* Ortalama saltanat süresi : 17.3

* Ortalama ölüm yaşları : 51.4

* 5'i kalp yetmezliğinden, 4'ü idamdan, 4'ü nikristen (gut hastalığı), 2'si intihardan, 3'ü zayıflıktan, 7'si felçten, 1'i suikastten, 1'i diyabetten, 1'i tifüsten, 2'i sirozdan, 1'i kanserden, 1'i tüberkülozdan, 1'i dizanteriden, 1'i çarpmadan, 1'i zihinsel hastalıktan, 1'i zehirlenmeden ölmüşlerdir.

* 36 padişahın 21'i şairdi.

* Padişah annelerinin 4'ü Türk, 5'i Rum, 3'ü Çerkez,2'si Rus, 2'si Girit'li, 2'si Gürcü, 2'si Dulkadirli, 1'i Slav, 1'i Germiyanoğlu, 1'i Venedikli... 13 annenin aslı tam olarak bilinmiyor.

12 Kasım 2009 Perşembe

İlber Ortaylı İle Tarih Dersi


Bu sene Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği konferanslara ilk kez katılma fırsatı buldum. Konferans, söyleşi, konserlerden oluşan aylık program, beş on gün önce kültür a.ş. internet sitesinden ya da kültür merkezlerindeki kitapçıklardan öğrenilebiliniyor.
Bugünkü ders Tarık Zafer Tunaya'da İlber Ortaylı ile yapıldı. Konu 1 Kasım 1922 saltanatın kaldırılması idi.
Aldığım notlardan bazılarını iletiyim :
* 1 Kasım 1922'de TBMM, 503 nolu karar ile Saltanatı kaldırmıştır. Kanun değildir.
* Saltanatın kaldırılmasıyla rejim değişmiştir. Bir devlet yıkılıp yeni bir devlet kurulmamıştır.
* Kimileri İstiklal Mahkemelerini ve İzmir suikasti sonucu yaşanaları göstererek rejimin çok kanlı değiştiğini söyler ancak Sovyet İhtilali, Yunan İç savaşı, İspanya İç Savaşına kıyaslanırsa hiç de kanlı bir değişim olmamıştır. Fransız İhtilalini bu sınıfa bile koymamız yanlış olur. Aralarında en kanlısıdır.
* Saltanatın kaldırılmasıyla 6. Mehmet ya da Vahdeddin (1. Vahdettin değil) 11 Kasım'da İngilizlere mektup yazmıştır. Neden İngiltere denirse çünkü başka sığınacak bir ülke yoktur.
* 17 Kasım'da onbir kişiyle İstanbul'dan ayrılmıştır.
* Hanedan mensupları hiçbir zaman Türkiye Devleti hakkında olumsuz tavırları ve düşünceleri olmamıştır.
* Hanedan mensuplarının çoğu maddi sıkıntı çekmişlerdir ancak yine de çocuklarının iyi eğitim almaları için ellerinden geleni yapmışlardır.
* Hiçbir dolandırıcılık, ahklaksızlığa adları karışmamıştır. Hanedan kadınlarının hepsi iffetlerine sahip insanlardır. Aileye mensup hiçkimsede herhangi bir aşırıya kaçma görülmemiştir.
* Hanedan mensupları tassuvufi terbiyeye sahip kişilerdir.
* 1952'de Hanedan'ın kadın mensuplarına af çıkacağı vakit zannedildiği gibi, CHP'liler değil İhsan Sabri Çağlayangil önderliğindeki Demokrat Parti vekilleri karşı çıkmışlardır.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Steaua maçından bir hatıra

Bir kitap dolusu anı çıkar herhalde Fenerbahçe'de geçirdiğim dolu dolu altı yıl içinde yaşadığım olayları yazsam. İnşallah aklıma geldikçe ara sıra buraya yazarım...

Perşembe günü yaşadığım küçük bir olay bu düşünceyi aklıma getirdi. O günlerdeki olaylara benziyordu.

Maç günü saat 11'de Steaua Marketing Director'u denen kişi sizi cepten arayıp 'Hasan! I need your help very urgently!'' deyince şaşırdım. Bana ne gibi ihtiyacı olabilir ki dedim. Onbeş gün evvel tanıştığım ve iyi anlaştığım adam 'zor durumdayım yardım et' diyordu.

Konu şu ki; Steaua forma reklamı bir bahsi şirketi ve Avrupa kupalarında bahis reklamı yasak. Biraz tecrübesizlik biraz ihmalkarlık sonucu reklamlı formaları ile gelmiş takım ve maç toplantısında hakem formanın üzerindeki reklamın kapanması gerektiğini söylemiş. On saat sonra maç başlayacak, yedek forma yok, Romanya'dan reklamsız forma gönderme şansları yok.

Bobby 'ne yapabiliriz?' dediğinde hiç düşünmeden 'sakin ol çözümü çok kolay dedim' hemen. Bunun gibi o kadar çok olay yaşamıştım ki Fenerbahçe günlerinde...

Formaları ve -yes no- dan başka yabancı kelime bilmeyen malzemeciyi alıp direk Fenerium'un baskı odasına biraz farklı yollardan gittik. İki saatte formaların reklamlarını kapattık.
Maç öncesi yaşanan bu olay beni eski günlere götürdü. O stres, heyecan, sevgi, neşe dolu günleri hatırlattı. Bir daha hiç gelmeyecek ve trilyonlarla dahi satın alınamayacak güzellikteki günleri...

Formaları okuyup üflerdim eskiden... Çok şükür uzun bir aradan sonra tekrar bu ritüelimi gerçekleştirdim... Maç mı? 3-1 aldık...