21 Temmuz 2009 Salı

Yalan Söylemek


Bir düşünüre göre başarılı insan, en az yalan söyleme ihtiyacı olan insandır. Son günlerde bulunduğum ortamlarda bunu çokça düşünmeye sevkediyorlar beni.

Nedense insanlar gerçeklerin çok kısa zamanda açığa çıkacağını bile bile yalan söylüyorlar. Bu bana iki günlüğüne anormal yüksek faizle tefeciden borç almak gibi geliyor.

Her insan yalan söyler ancak bu yalanlardan başkası olumsuz etkilenmiyorsa bence problem yoktur.

Bir de konuşurken sürekli yemin edenler vardır. Dikkat edin bu kişi konuşurken sizi inandırmak için ekstra çaba sarfeder. Neden acaba? Bazı konularda gerçek konuşmuyorlar mı yoksa?

RocknCoke 2009

İlk festivalin yapıldığı 2003 yılından beri RocknCoke Festivallerini takip ediyorum. Çok sevdiğim bir organizasyon. Geçen sene yapılamayınca üzülmüştüm. Bu sene ilk defa gitmeyecektim. Sadece Prodigy'i seyretmek istiyordum biraz da Linkin Park...

Cumartesi sabah Tuncay aradı ve fazla bilet olduğunu söyledi sağolsun. Yine şans gülmüştü çok şükür. Neyse festivalden bahsedelim :

Mekan : İstanbul Park mı Hezarfen mi? Bin kere Hezarfen... Oto parkın alana uzaklığı, beş dakika yürüdükten sonra midibüse binme zorunluluğu, zeminin asfalt olması İstanbul parkın eksileriydi.

Gruplar : 2005 ve 2006 yılındaki festivallerde gruplar çok daha güçlüydü. Linkin Park tamam ama Cumartesi son konser Prodigy olmamalıydı.

Alternatif Sahne: İlk yıllarda alternatif sahnede DJ performansları vardı. Şimdi ise yetenekli genç gruplar çıkıyor. Böylesi çok daha iyi.

Yeme-İçme : Her sene olduğu gibi bu sene de çok başarılı. Fiyatlar makul ve seçenekler çok...

Gelen Kitle : Dövmesi olmayanlar ve şortsuz kızlar, sanki mazeret bildirmek zorundaydılar... 'Hayır ben daha marjinalim' yarışı var. Buna da insanlar özgürlük diyorlar... Bazıları çok komik duruma düşüyorlar...

Duman : Defalarca konserlerine gittim. RocknCoke'ta üçüncü kez dinledim. Bence kariyerlerinin en üst seviyelerindeler. Herşeyi Yak şarkısının ara namesinde Billy Jeane geçmesi gecenin en güzel sürprizlerinden biriydi.

Nine Inch Nails : Klasik Amerikan Rock gruplarından biri. Kanter içinde kalan solistin tek düze performansına fazla tahammül edemedim.

Prodigy : Bu adamları dinlerken hareketsiz durabilene aşkolsun. Enerji patlaması yaşandı. Admalar da yaptıkları işten zevk aldıkları çok belli. Linkin Park'ı seyretmedim ama bence festivalin en iyi performansıydı.

Yeni BJK Formaları

Ne zamandır mesleğim ile ilgili konuda ahkam kesmiyorum. Sezon başlamadan önce takımlar yeni formalarını tanıtmaya başlıdılar. Üç büyüklerden bu sene ilk olarak Beşiktaş formalarını sundu.

Senelerdir Adidas giymiyorlardı (Sanırım 93-94 yıllarında efsane eqipment modeli zamanında en son adidas giymişlerdi). Biraz zaruretten biraz değişen şartlardan dolayı kulüp böyle bir seçim yaptı. Bunu tartışmaya gerek yok.

Forma çizimlerini bizim şirket adidas için hazırladı. Yaklaşık ondört model hazırladık. Bunlardan üçünü kulüp yetkilileri seçmiş. Ancak seçilenlerde de biraz değişiklik yapılmış.

Üç forma yapıldı. Resimdeki forma, klasik bir çubuklu forma ve beyaz ağırlıklı bir forma...

Damalı forma tasarımında sanırım teknik nedenlerden dolayı değşiklik yapılmış. Orjinal çiziminde damalar çok daha küçükten büyüğe doğru aşağıya iniyordu. Ne kadar farkeder diyebilirsiniz ama bence orjinal hali çok daha estetikti.

Pençe forma üç forma içinde bana en sempatik gelen model. Gerçi bu modelin de siyah versiyonunu (siyah üzerine beyaz pençe) tercih ediyordum ama sanırım kulüp yetkilileri modeli beğendi ve açık renk formaya ihtiyaç duydukları için bu versiyonu tercih ettiler.

Çubuklu formayı konuşmuyorum bile... Sahtecilerin ekmek kapısı bir forma :)

14 Temmuz 2009 Salı

Hazırlık Maçları Seyretmek




Uzun zamandır Fenerbahçe hakkında birşeyyazmadım. Yeniz sezon başlayınca zaten fazlasıyla yazarız ama öncesinde en kısa zamanda Daum ile ilgili bir yazı yazmak istiyorum.


Bu akşam Almanya'da ilk hazırık maçımızı ULM ile yapık ve 5-0 kazanmışız.

Akşamları en az 10 dakika televizyon karşısında zapping yaparım. Bu sırada tesadüfen FBTV'de bu maçın canlı yayınlandığını gördüm. İlk maç, yeni transferler var, yeni oyun düzeni vs. Bu kadar etken bile bu maçın geri kalanını (yakaladığımda 50. dakikaydı) seyretmemi sağlayamadı.

Futbolcularda görünce kabul edemediğim ama bu lüksü kendimde gördüğüm maç seçme durumunu son bir iki senedir yaşamaya başladım. Oysa eskiden böyle miydi? Neydi peki değişen? Birincisi yirmibeş senedir takip ediyorum fazla değişen bir şey yok. İkincisi işler bu ara çok yoğun uyumak daha mantıklı. Üçüncü vakti daha iyi değerlendirebilirim. Dördüncüsü artık güzel futbol seyretmek istiyorum. Özellikle tv karşısındaysam...

Birincisini babam çürütüyor. 59 yaşında ve bıkmadan günün 12 saatini Fenerbahçe maçını seyredecek potansiyele sahip. İkincisini şimdi çürütüyorum. Uyumadım ve bilgisayar karşısına geçtim.

Sanırım üçüncü ve dördüncü sebepler seyretmememe sebep olanlar...

Evet, bu maçı seyrettiyseniz (istisnalar hariç) ya vaktiniz çok ya da iflah olmaz bir bağımlısınız...

Saray'da Konser


Pazar günü İdil Biret Topkapı Sarayı'nda, Kayra Şarapları'nın sponsor olduğu bir konser verdi. İki gündür gündemde bu konser sırasında yaşanan protestolar tartışılıyor. Bir grup Alperen ocaklarına mensup insanlar 'Kutsal Emanetlerin olduğu bir ortamda içkili bir konser verilir mi' diyerek protesto etmek istediler. Tarzları hiç hoş değildi ancak istedikleri oldu ve gündem yarattılar.

Ulemalar demiş ki imanın şartı altıdır ama yedinci olsaydı o da edepli olmaktı. Her iki tarafın da edepsizlikleri ortada. Bir taraf dibinde Sultanahmet cami dururken oracıkta toplanıp kameralar önünde akşam namazı kılıyor ve bana göre inanan bir insana yakışmayacak şekilde bir olayı protesto ediyor. Diğer tarafta istediğim yerde istediğim şeyi içerim edasıyla bir grup, bazılarımız için manen önemli bir mekanda eğleniyor.

İlber Hoca 'Konseri biliyordum ama içkili bir organizasyon olduğundan haberim yoktu. Bilseydim izin vermezdim' diyor.

Bugün bir grup Alperen üyesi İdil Biret Hanım'a çiçek verip özür dilemiş. Ne güzel...

İnsanımızda 'ayıp' kavramı her geçen gün azalıyor. Ötekine saygı ve sevginin öğütlenmesini bırakın sağduyulu birkaç aydın dışında düşünürlerimiz ve basın ortamı germeye ve bu gerginlikten rant sağlamaya çalışıyor...

Ama demokrasimiz geliştikçe ve ötekine de söz hakkı verdikçe bu sorun azalacaktır. Ben her geçen gün bunun gerçekleşeceğine inanıyorum ya da inanmak istiyorum.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Film Kritikleri

Pazar günü gazetelerin eklerine bakınırken gösterimdeki filmlerin reklamlarına gözüm ilişti. Neredeyse tüm afişlerin bir kenarında, film ile ilgili adını sanını bilmediğimizi adamların film hakkındaki abartılı görüşleri var.

Birincisi bu adamlar gerçek mi bilmiyoruz. Ne malum oradaki isimlerin ya da film hakkındaki görüşün o kişiye ait olduğu...

İkincisi kim bu adamlar? Benim o filmeme gitmemde ne kadar etkili olabilirler. Washington Post' tan Albert bilmemnenin görüşü : 2009'da seyrettiğim en iyi film. Yahu önce sen kimsin? Sonra senin bir filmden beklentin nedir? Hem 2009'da kaç film seyrettin? Hangi filmleri seyrettin de bunlar arasında en iyisi bu film oldu?

Delikanlı gibi tanıdığımız bildiğimiz Türk eleştirmenlerinin görüşlerini koysunlar da bizleri kandırmaya bir son versinler artık.

Eric'in Peşinde ve Mutluluk Anektodu


Ken Loach pek tarzım filmler yapmasa da saygı duyduğum bir yönetmendir. İngiliz sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan Loach'ın son filmi Eric'in Peşinde'nin ( Looking for Eric) Türkiye'de vizyona girmesini bekliyorum.

Efsane topçu (topçu kelimesini seviyorum eskilerin kullanıyor olması beni cezbediyor belki de) Eric Cantona hayranı bir adamın hikayesinde, başrolde Eric Cantona kendisini oynuyor. Futbolun bu kült adamı aktif futbol hayatını çoktan bitirmiş olsa da hala reklamlarla ve sosyal projelerle gündemde kalıyor. Bu film ile diğer meslektaşlarından farklı olduğunu birkez daha bizlere gösteriyor.

Fazla bir beklenti içine kendimi sokmak istemiyorum ama veriler, filmi çok beğeneceğimi söylüyor.

Bu ayki Four Four Two dergisinde film ile ilgili bir yazı vardı. Bu yazıdaki bir bölümde film oyuncularından Justin Moorhouse'ın yaşadığı bir olay çok hoşuma gitti. Fanatik bir Manchester United taraftarı olan Moorhouse 'çekimler sırasında tuhaf bir durum yaşadım' diyerek anlatıyor
''Sahnemizi bitirdik, eğlenceli de bir sahneydi, sonra çay molası verdik ve Eric Cantona bir anne edası ile elindeki büsküvi dolu tabağı uzatarak 'Justin, biraz büsküvi ister misin?' diye sordu. Açıkça söylemeliyim ki hayatımın geri kalanında bir daha o kadar mutlu olabileceğimi düşünemiyorum.''

İşte bu anketod bana çok şeyler düşündürdü okuduğum anda. Bazen bizim için çok basit ya da önemsiz bir jest başkası için unutulmaz bir an olabilir. Bunu birkaç defa her iki rolde de yaşadım.

Mesela bir kere Samandıra'da Tuncay Şanlı'yla bir bjk-gs maçı seyrettik. Onun için hiçbir önemi olmayan maç benim için hayatımın maçlarından biri oluvermişti. Türkiye'nin yıldız bir oyuncusuyla yanyana ve başka kimse olmadan maçı seyrettik. Maçta ne oldu ne bitti pek hatırlamıyorum ama maç sırasında şakalaşmalarımızı hala unutamıyorum...

10 Temmuz 2009 Cuma

Aşk

İnsanlar, kendilerinin meyillerini, arzularını, nefsani heveslerini aşk diye isimlendiriyorlar. Aşk, tarifi olmayan bir kelimedir. Bizatihi, bütün tarifleri içinde barındırır. Meyil değildir aşk, arzu değildir, heves değildir ve en önemlisi istek değildir, vermektir. Bir duygunun aşk mı, sıradan bir sevgi mi, bir meyil ve heves mi olduğunun ölçüsü gayet kolaydır.

Yeter ki insan, kendini objektif bir gözle görebilsin. Ben karşımdakinden bir şey istiyor muyum? Ne olduğu çok önemli değil, Meselâ, onun da beni sevmesini istiyorum, bu aşk değildir. "Ben ona ne verebilirim?" Hayat dahil... Baş dahil... Can dahil... Çünkü, "Canını, canana vermektir kemali aşıkın / Vermeyen can, itiraf etmek gerek noksanını.

Aşk, iki beden arasındaki değil, iki gönül arasındaki ilişkidir. Gönlün cinsiyeti olmaz. Dolayısıyla, bu gönlün sahibi olanın erkekliği-dişiliği kimseyi alâkadar etmez. Cins olarak, erkekten erkeğe, kadından kadına, erkekten kadına, kadından erkeğe olur aşk.

Aşk gönüldedir, öyle bir derttir ki; devası kendinde gizlidir. Dışarıdan dert gibi gözükür, "bu akıllı işi mi?" denir. Evet, akıllı işi değildir. Çünkü aşk iradi değildir. İradeyle alâkası yoktur. Çünkü gönül ferman dinlemez. O fermanı, biz zannediyoruz ki padişah fermanı, hayır? Kişinin kendi aklının verdiği fermanı da dinlemez. "Şunu sevme! Bunu Seveceksin! Bu İlmen böyledir!" Hayır, aşkta böyle şey olmaz.

Sevgi ile aşk arasındaki fark ise şiddettir... Sevgide mutlaka bir karşılıklılık vardır. Sevgi, arzu ile başlar, kediye de sevgi, ağaca da sevgi, kişiye de sevgi, güzel havaya da sevgi, memlekete de sevgi... Ama bunlar aşk değildir. Aşk, batı dillerinde karşılığı olmayan bir kelimedir çünkü aşk kavramı batı fikriyatında yoktur. Gönül kelimesinin ihtiva ettiği mânâyı da içeren bir kelime batı dillerinin hiç birinde yoktur. Ana dil olan Lâtince dahil hiç birinde yoktur.

Çok sevdiğim ve büyük değer verdiğim bir büyüğümün aşk hakkındaki görüşlerinin küçük bir özeti bu yazı. Tasavvuf ilgi alanımız... Bu işe nerden başlamak gerekir derseniz bence buradan başlanmalı. Yani aşkın tarifi ile...






8 Temmuz 2009 Çarşamba

Tuluyhan Uğurlu

Biletix'e klasik ne var ne yok bakarken bir anda Tuluyhan Uğurlu'nun yeni albümü Akdeniz'in gala konserinin tanıtımını gördüm. Malesef bu adamı seven ya da en azından konserine gidecek kadar beğenen bir arkadaşım olmadığını düşündüm. Tek başına da bu işler olmaz dedim ve bu seferlik affet Tuluyhan dedim içimden. Hem de konser Aya İrini'de..

Ertesi gün telefon Tuncay'dan. Sen seversin Tuluyhan'ı Müge'ye söylemiştim (Müge İTO'da ve konsrin sponsoru da onlar) davetiye ayarladı ne dersin dedi. Ne diyeceğimi şaşırdım :)

Bu beyefendi hakkında ayrı bir yazı yazarız burada. Buraya sıkıştırmayalım. Belki bazılarınız abarttığımı düşünebilir ancak Mozart bu zamanlar yaşasaydı acaba ne tür müzik yapardı diye düşündüğümde sanki Tuluyhan Uğurlu'nun tarzına çok yakın bir müzik yapacağını düşünüyorum.

Bir konserde en önemli unsur tabii ki müzisyenler. Diğerleri onların tamamlayıcıları. Aya İrini konsere konsantre olma, havaya girmede en uygun yer bence. Hem dinleyici hem müzisyen için geçerli bu. Hele bu tür bir müzik ile keyif daha bir başka. Burada konser verenlerin bazen ropörtajlarını okuyorum ya da dinliyorum. Onlar da buranın havasının çok farklı olduğunu söylüyorlar. Akustik olağanüstü...

Bu konser sırasında bir ara yine uçuyormuş gibi oldum. Hayatınızda en azından bir kere Tuluyhan Uğurlu'yu canlı dinleyin. Hele bir de Aya İrini'de ise sakın sakın kaçırmayın derim...


King of Pop

Jackson'ın öldüğünü duyduğumda ilk aklıma bu abüm kapağı geldi. Çünkü bu albüm benim hayatımda para biriktirip aldığım ilk albümdü. Sene 1987 yani 10 yaşındayım. (şimdiki 10 yaşında çocuklar için şöyle akıllı böyle zeki diyorlar da hangisi böyle para biriktirip bir albüm alıyor tek başına bir müzik markete gidip sorarım)

Günlerce dinlemiştim bu albümü. The way you make me feel, Liberian Girl, I just can't stop loving you gibi unutulmaz şarkıları kaset kabının içindeki şarkı sözlerini takip ederek ezberlemiştim. O zamanlar öyleydi. Şarkı sözleri ezberlemek bir üstünlük göstergesiydi :)

1992'de ilk defa yurt dışına dil öğrenimi için gitmiştim. Kısıtlı bütçe var ve para dikkatli harcanıyor. Hastings'deki müzik markete iki günde bir gidiliyor ve yeni çıkan Dangeorus albümünün 33'lük plakı (Türkiye'de olmadığı biliniyor) orda duruyor mu diye kontrol ediliyor. Bütçede yeri hazır ama ne olur ne olmaz diye erkenden alınmıyo. İki gün kala sonunda kavuşma anı... İyi ki almışım şu an eşsiz bir koleksiyon parçası...

Gidemediğim konserin iptalini duyunca nasıl sevinmiştim. Sonraki sene geleceğini duyduğumda affetmedim hemen biletimi ilk gün almıştım... Konser posterini hala saklarım.

Bu zamanın idollerine bakıyorum... Bizmkiler daha bir saf daha bir sanatçıymış.

Sanki onun gidişiyle gençlik yıllarımın sona erdiğini ve orta yaşlara başladığım izlenimi geldi...

6 Temmuz 2009 Pazartesi

DOĞANIN BÜYÜK GÖSTERİSİ


Bu akşam ntv'de 3. bölümünü hayranlıkla seyrettim bu olağanüstü belgeseli. Kayıt teknolojisinin doruklarını kullanan “Nature’s Great Events” (Doğanın Büyük Gösterisi) ekibi, Dünya’nın en dramatik ve destansı vahşi yaşam görüntülerini ve bu görüntüler içindeki hayvanların kendilerine özgü hikayelerini kaydetmeyi başarmış. BBC’nin uzman kadrosunun görev aldığı bu belgesel dizi, birbirinden heyecanlı hikayeler anlatırken, olağanüstü görselliğiylec kendine hayran bırakıyor.

Mutlaka seyredin derim... Br sürü dersler var...


He's just not into you

Pazar günü hemşirenin kankası evlendi. Saat birbuçuktaki nikahtan çıktık eve geldik. Bu sıcakta dışarda ne yapılabilir ki? Hava biraz serinlesin ben de o zamana kadar dayımdan aldığım (seçtiğim filmi gördükten sonra 'yüzlerce film arasından bunu mu seçtin yuh sana' dermişcesine bir bakış sonrası 'sende kalsın getirmene gerek yok' dedi) bu filmi seyredeyim dedim.
Sinemayı seviyorum. Avrupa sinemasını; özellikle ingiliz ve italyan sinemasını beğeniyorum. Hollywood'da da bazı güçlü senaryoları olan filmleri,sevdiğim aktörlerin ve yönetmenlerin filmlerini takip etmeye çalışıyorum.

Ne yalan söyleyim romantik komedilere karşı çok pembe olanları dışında zaafım var. Seyrederken dinleniyorum. İşte bu da öyle bir film. Seyrederken biraz dinlendim biraz güldüm...

' O sana göre değil' i Türkçe'ye nedense 'Erkekler ne söyler kadınlar ne anlar' diye çevirmişler. Birçok ünlü aktör var. Onlar ve iyi iki saat geçirmek adına seyredibilir bu tarz severler.

Ama artık daha akıllıca yazılmış senaryolar istiyorum. Gerçi senaristlerin de mazlemesi fazla kalmadı. Sonuçta aşk her zaman aşk ve bu olguyu farklı işleyebilmek her geçen gün zorlaşıyor.

5 Temmuz 2009 Pazar

Travel&Leisure

Yeni yerler görmeyi, yeni insanlar tanımayı, yeni kültürler keşfetmeyi çok seviyorum. Her zaman da söylüyorum 'ne kadar para o kadar yeni yer görme' felsefelerimden biri...

Bu dergiyi çıktığından beri takip ediyorum. Bir sayı dışında eksiğim yok, ilginenlerin haberi olsun.

Dünyaca ünlü bir gezi dergisi. Genelde lüks mekanlar tanıtılıyor. Biz daha o seviyelere gelemesek de hem şimdilik bir altyapı oluşturuyor (belli mi olur belki biz de günü birinde bu tür geziler yaparız) hem de keşfetmenin hazzının küçük bir cüzünü bu dergide buluyoruz...

Baffetto


İtalya'dan döneli bir ay oldu ama bazı şeylerin tadı hala damağımda. Baffetto da bunlardan biri. Gitmeden önce Hasan Nişancı Abi (dört yıl Roma'da yaşamış bir abim) bazı temel bilgiler dışında mutlaka gitmelisin dediği bir yerdi burası.

Roma'ya geldiğimiz ilk gün Piazza Novana meydanına doğru yürürken tesadüfen karşıma çıktı ama kapalıydı. Arkadaşlara buraya kesin gelmemiz gerektiğini söyledim. Perşembe günü gitmek istedik bu sefer bir türlü yerini bulamadık :) Bir saatlik aramadan sonra bulduk ancak yine kapalıydı.

Neyse pazar günü arkadaşım Paolo'ya Baffetto'ya gitmek isteiğimizi söyledim. O da sanki 'nasıl da unuturum sizi böyle bir yere götürmeyi' dedi :). Pazar günü gittiğimizde yine kapalıydı. Tam ümitler kesildiğinde beş dakika yürüme mesafesinde başka bir şubesini öğrendik ve hemen yola koyulduk.

Peki neydi buranın özelliği? Acaba bu kadar değecek miydi aramalarımıza? Hemen söyleyim kesinlikle değdi...

Beş gün boyunca yediğimiz pizzalardan çok farklı bir hamur. Neredeyse lahmacun inceliğinde ve çıtır çıtır...

Roma'ya giderseniz tadmadan gelmeyin...

Adres : Via del Governo Vecchio, 114


Belh'in Güvercinleri


Hocam ve değerli büyüğüm Emin Işık'ın Belh'in Güvercinleri kitabını geçtiğimiz hafta ikinci kez okudum. Mevlana Hazretlerinin hayatını o kadar akıcı bir üslüpla yazmış ki...

Aralarda tasavvufun ne olduğunu küçük ipuçları ile fazla detaylandırmadan kulağımıza fısıldamış...

Allah kendisinden razı olsun... Küçüklüğümden beri ilminden istifade etme şansı bulduğum için Allah'a şükrediyorum...

N'olcak benim bu halim


Bir işe başlayalım dedik ama bir türlü istediğim gibi olmadı... Neyse bir şans daha veriyim kendime... Daha fazla yazmam gerekir... Anlatacak çok şey var... Tekrar özür özür yüzbin kere özür...